Freud neredeyse tüm eserlerini ölmeden önce yaktığından,okuduklarımız aslında bir nevi derlemelerden oluşuyor.
Yaşadığı dönemde pek anlaşılamadığından çok kez şikayetçi olduğunu eserlerinde görüyoruz.
Cinselliğin( evet söylendiğinde sadece sevişmeyi kapsadığına inanılan kaka kelime) psikolojik ve duygusal yanının dışında, tuvalete gitmek kadar normal ve gerekli bir fiziksel özellik olduğu şimdi bile kabullenilemediği bir ortamda,ne yazık ki, ünü daha çok muzurca sebeplere dayanıyor.
Bu kitapta da her ortamda sesli okuyamayacağımız bazı yerler bulunuyor.( örneğin bebeğin annesinin memesini emerken aldığı cinsel zevk gibi (!) )
Kitabın son makalesi savaş ve ölüm üzerine düşüncelere hayran kalmamak elde değil.
Cebren okutunuz efenim...
Hırslı biri değildin ben. Ama Tanrının varlığına aldırmayan insanların yaşadığı yerde, eninde sonunda seni de hırs bürüyor, gittikçe daha çok edineyim diyorsun, gittikçe daha çok... Sonunda, kendi etini, kendi kanını da yeyip tüketiyorsun...
Rasim Özdenören'in okuduğum ikinci kitabı "Çok Sesli Bir Ölüm". Hikaye kitaplarını çok tercihim olmada da Rasim hoca yazdığı hikayelerle bu kitabı bana sevdirmeyi başardı ve hikayeci olarak sevdiğim birkaç ismin arasına yerleşti. En kısa zamanda diğer kitaplarını da okumak nasip olur inşaAllah..
TURGUT UYAR’IN “BÜYÜK SAAT”İ
M.NİHAT MALKOÇ
Kalem erbabı, ölümü tutsak eden yiğittir. Bir şair son nefesini verince değil, aslında okunmayınca ölür. Şairi öldüren şey; nefes alsa da, almasa da her halükârda yok farz edilmektir. Türk şiirinin, duruşu sessiz olsa da, gür sesli şairlerinden biriydi Turgut Uyar… İç dünyasındaki çalkantıların dış
''Ne büyük bir felaketti gönlün hiç yaşlanmaması! Çünkü, gönül yaşlanmayınca, düşleri, düşünceleri de değişmiyordu. Ve insan ancak rüyada, düşüncelerde hür ve ölümsüzdü. Düşleriyle o, gökyüzüne çıkıyor, denizlerin dibine inebiliyordu, insanın yüceliği, ölünceye kadar hayatla ilgili düşünüp düşleme-sindedir. Ama ölüm buna hiç aldırmaz, hiç bırakmaz insanın peşini, insanın yaşaması, düş ve düşüncelerinin çok yüce, zekasının çok parlak olması umurunda değildir ölümün. O, bütün bunlarla alay eder ve insanı bırakmaz. Niçin böyledir? Dünya niçin böyle kurulmuş? Deniz Kızı bir rüya imiş, hayalmiş... Varsın olsun, ama devam etsin, bu dünyada olduğu gibi öbür dünyada da devam etsin, sonsuza kadar sürüp gitsin...''
Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek
I
O zamanlar gökyüzü biçilmiş buğday kokardı
Çiğnenmiş üzüm, mısır püskülü, bostan yaprağı
Toprak kokardı insan emeğiyle yoğrulmuş.
Rüzgâr serin sesli konuğuydu evlerin
Bulutlardan ağaçlardan saçlardan süzülen
Bir dirim duygusuyla doldururdu odaları
Yağmur ikinci adıydı akşamların
Günün yorgunluğu üzerine dökülen
Bir düş inceliğinde