Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bu özellikleriyle dinler, kimlere hitap ederler? Daha önce gördüğümüz üzere, İbn Sina'ya göre dinler daha ziyade sokaktaki insana, basit halka hitap ederler. Bu görüşe Gazzáli tarafından yapılmış olan şiddetli hücumları göz önüne alan İbn Rüşd ise vahyedilmiş dinlerin, içlerinde seçkinler, filozoflar da olmak üzere herkese hitap ettiğini, ancak herkese kendi tarzında hitap ettiğini söylemektedir. Ona göre vahiy bütün insan gruplarını Tanrı'ya davet yollarını içerir.
İbni Haldun'un tarih felsefesi, kültür felsefesi, siyaset felsefesi, sosyolojik düşünceleri bakımından dehasına, özgünlüğüne kimse itiraz etmemektedir. Yves Lacoste, Gaston Bouthoul, Georges Labica, Arnold Toynbee, Pitirim Sorokin, Erwin ve Franz Rosenthal, Muhsin Mahdi, Heinrich Simon, Maxime Rodinson'a kadar birçok Batılı ve Doğulu
Sayfa 114 - 115Kitabı okuyor
Reklam
Felâsifenin evrensel felsefenin gelişiminde önemli bir aşamayı temsil etmediği, tüm işinin antik mirası Batıya aktarmaktan ibaret olduğu, felsefenin önemli hiçbir alanında veya sorununda özgün bir görüş ortaya atmadığı iddiasının doğru olmayan bir iddia olduğunu daha birçok özel örnekle de gösterebilirim. Örneğin Gazzâlî'nin ünlü nedensellik eleştirisini hepiniz biliyorsunuz. Gazzâlî hiç şüphesiz, Hume'unkinden tamamen farklı bir bağlamda farklı bir problematikle ilişkili olarak ve farklı kaygılarla, nedensellik kavramımızın herhangi bir a priori temele dayanmadığı gibi bize deneyle de verilmiş olmadığına, sadece psikolojik alışkanlık ve beklenti duygumuzdan kaynaklandığına işaret etmiştir. O şüphesiz, bu tespitinden bizim için, yani modern çağ insanı için daha önemli olacak olan felsefi meyvesini çıkarmamıştır. Yani ne o ne de ona cevap vermek üzere ortaya çıkan İbn Rüşd veya her ikisinin görüşlerini ciddi bir ilgiyle ele alan İbni Haldun bu eleştiriyi doğa yasaları ve bilimsel bilginin niteliğine ilişkin son derece yararlı olabilecek epistemolojik araştırmaların hareket noktası yapmışlardır.²⁰
Kendisi bir kelamcı olmakla birlikte bu konuda felâsifenin ana görüşünü paylaşır görünen Fahreddin Râzî meseleyi Tanrı iradesinden daha geniş bir plana aktararak, her türlü fiil gibi düşünme ve isteme fiilinin de aslında özgür olmayıp kendisini mümkün veya makul kılan yeter bir sebebe ihtiyaç gösterdiğini, insanın da iradi olarak özgürce davrandığını düşündüğü her seferinde aslında seçen (muhtar) değil, mecbur (muztar) olduğunu savunur. Aristoteles'in bilinen ile bilgi arasındaki bağıntı üzerine görüşlerini, istenen ile istek arasındaki ilişkilere tatbik ederek esas olanın istenen olduğu, isteğin istenene bağlı ve göreli olduğu, burada istenen bir şey olduğu ve onun isteği belirlediğini söyler. İbn Rüşd'ün kendisi ise meseleye önemli bir yeni boyut katar: Evrende zaten hiçbir şey diğerine özdeş değildir. Her varlık mutlaka kendisine özgü olan bir nitelikle diğerinden ayrılır. Dolayısıyla özelliği iki eşitten veya özdeşten birini diğerine bir neden olmaksızın tercih etmekten ibaret olan bir iradenin nesnel varlıksal bir temeli yoktur. Ancak buna karşı da Tanrı'nın isteğinin konusu olmak bakımından bütün şeylerin birbirine özdeş olduğu söylenebilir.
"İnternetin icadı ve sosyal medyadan ötürü, tarihte bir ilk yaşandı: Aptallık aktive oldu. Günümüze dek cahil, budala ve nobran kimseler 'Büyüklerimiz bilir, kitapta yazıyormuş, haberlerde izledim...' filan derlerdi. Şimdi, dijital çağda, sosyal medya marifetiyle aptallar yayın yapmaktalar. Hayatlarını mesuliyet bilinciyle yaşamadıkları ve değersizlik duygularını pratik biçimde bastırmaya eğilimli oldukları için de parlak[!] fikirlerini uluorta söylüyor, yayıyorlar. Birbirlerini bulup gruplaşıyor, kümeleniyor, çoğalıyorlar. Cahil cesaretiyle başlayan süreç, yobaz özgüveniyle taçlanıyor. Sayılarının çokluğu, denyoların haklılık duygusunu pekiştiriyor. Aktif aptallık böylece dominant hale geliyor. Bir zırva, milyonlarca insan tarafından benimsenip tekrarlanınca, onun iyi, doğru ve güzel olduğu kesinlik[!] kazanıyor. Youtube'da 12 milyon kez tıklanmış bir Mozart senfonisinin altındaki 76 bin 'dislike', aptallığın gür çığlığının kayıtlı yankısı. Fârâbî, Leonardo, İbn Rüşd, Darwin, Beethowen, Freud, Hawking... cehennemlik ve / yahut çöp, ha?! Çünkü sen Twitter kullanıyorsun artık! Dehaya, hünere, esere saygı göstermene gerek kalmadı!?"
En adi kimseler arasında yer alan kimi insanların, bu eserlerin incelenmesinden dolayı yollarını şaşırmalarından ötürü, felsefi eserlerin incelenmesini buna yatkın olanlara yasaklamak, başka nedenlerden ötürü su içerken boğuldukları ve öldükleri gerekçesiyle soğuk ve tadı hoş bir suya susamış bir kimseye su içmeyi yasaklamaya ve onu susuzluktan öldürmeye benzer. Gerçekten de suyun neden olduğu boğulma sonucu ölme tesadüfiyken, susuzluğun neden olduğu ölüm özsel ve zorunludur. İbn Rüşd
Reklam
Medeniyet "Söyle Hele! Ne Kadar Geriye"
Ahmed Beyatlı Bey anlatıyor; "Akşam yemeğinde dâvetlilerden birisi bana döndü ve alay edercesine şöyle dedi: – Sözlerinden anladığım kadarıyla şeriat hükümlerini tatbik etmek ve bizi geriye götürmek istiyorsun... Öyle mi? Ona soruyla cevap verdim: – "Geriye" deyince, nasıl yani?  Yüz yıl önceki hâlimizi mi
Kelâm ve felsefe ilminin hükmü.
"Benim ümmetim sapıklık üzerinde ittifak etmez."(1) Süfyan (r.a.)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bir müçtehit dağ başında da bulunsa, o tek başına bir cemaattır." Bunun manası şudur: O âlim bulunduğu yerde, cemaatın yolunda devam eder, böylece tek başına bir cemaat gibi olur Nitekim Hz. İbrahim hakkında Cenab-ı
Çağrı yayınlarıKitabı okuyor
İbn Rüşd yarım yüzyıl sonra Gazali'ye verdiği güçlü cevapta Tehafüt'ün on yedinci bölümünü tamamen "safsata" olarak niteleyecektir. Şöyle der İbn Rüşd: Akıl, varlıkların nedenleriyle kavranmasından başka bir şey değildir. İşte bununla o, öteki kavrama yetilerinden ayrılır. O halde, nedenleri reddeden kimse, aklı reddetmiş olur. Mantık sanatı, nedenlerin ve etkilerin bulunduğunu ve bu etkileri bilmenin ancak onların nedenlerini bilmekle yetkinliğe ulaşabileceğini ortaya koymaktadır. Bu şeyleri reddetmek, bilgiyi geçersiz kılmak ve reddetmek demektir; çünkü bu, gerçek bilgiyle bilinebilen herhangi bir şeyin bulunamayacağı; bulunsa bile, böyle bir şeyin sanıya dayalı bir şey olacağı, ne bir kanıtın ne de bir tanımın bulunacağı ve tanımları oluşturan birinci niteliklerin ortadan kalkacağı anlamına gelir. Zorunlu hiçbir bilginin bulunmadığını kabul eden kimsenin, bu sözünün zorunlu olmadığını kabul etmesi gerekir (Tehâfütü'l- Tehâfut, 1:319).
Sayfa 128 - Vakıfbank Kültür Yayınları
Said Nursî, "Eski Said" tâbir ettiği gençliğinde felsefede çok ileri gitmiştir. Garbın Sokrat'ı, Eflatun'u, Aristo'su gibi hakikatlı feylesofları ve şarkın İbn-i Sina, İbn-i Rüşd, Farabî gibi dâhî hükemâlarından felsefe ve hikmette Kur'ân-ı Hakîm'in feyziyle çok ileri geçmiş ve Kur'ân'dan başka halâskâr ve hakikî rehber olmadığını dava etmiş ve Risale-i Nur eserlerinde isbat etmiştir.
Sayfa 27
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.