Galiba dünyanın sonuna kaldık
Gelin belli değil kız belli değil
Ne nasihat duyduk ne öğüt aldık
Sohbet belli değil söz belli değil
Dünya güzellendi tadı kalmadı
İnsanın edebi udu kalmadı
Günahın sevabın adı kalmadı
Hakikata giden iz belli değil
Aylarca yol çeken develer atlar
Onları kurtardı bu ferasetler
İnsanlar yol için taktı kanatlar
Yokuş belli değil düz belli değil
Hasta gönlün tedavisi zoraldı
Gizli sır kalmadı aşikar oldu
İrenkler çoğaldı boya bozuldu
Kumaş belli değil bez belli değil
Veysel nene gerek dünyanın hali
Kimi hasır dokur kimisi halı
Tam çalgıya karıştırdık kavalı
Davul belli değil saz belli değil
Anadolu'nun küçük bir köyünde bir çocuğun gözleri, ateşli bir hastalık sonucu görmemeye başlar. Baba bir gün diğer çocukların artık oğluyla oynamamaya başladıklarını fark eder; gidip şehirden oğluna bir çalgı aleti alır, çocuk onunla tıngır mıngır vakit geçirir. Bir süre sonra gerçekten bir şeyler çalmaya başlar. Sonra, yakındaki köyden bir adam, çocuğun yetenekli olduğunu düşünerek ona ders vermeye başlar. Çocuk yeteneğini çok geliştirir. Çok zeki, yaratıcı ve hazırcevaptır. Hatta bir gün gurbette sazı kırılınca bir dostundan saz almak ister, dostu fiyatına "yüz elli lira" der. Garibanın cebinde sadece elli lira vardır. "Bu elliyi al, yüzüne tükürürüm" der. Şaka öyle hoşuna gider ki satıcının, kalan yüz lirayı almaz.
O görmeyen çocuğun adı Veysel.
Farkında mısınız? Anne baba olarak yapmanız gereken şey, çocuğun eline o sazı vermek. Siz onun yeteneğini keşfetmesine olanak tanıyın ve mücadele gücü kazandırın, gerisini ona bırakın.
Bir seminerimde bu olayı anlattığımda bir yönetici el kaldırdı: "Hocam, ben Sivaslıyım, Âşık Veysel'in köyündenim. Size daha da ilginç bir şey söyleyeyim, bizim köye ilk meyve ağacını Âşık Veysel dikmiştir" dedi.
Yüzyıllardır gözü gören o kadar insan var ve köye ilk meyve ağacını gözleri görmeyen biri dikiyor.
Istırâbdır yiğidim azığımız, hicrandır
Mirasımız mahkûmdur, mahzundur, perişandır
Gene de ye’se düşme yiğidim; imtihandır
Filizlenen her ölüm, mazlumlara nişandır
Ne gönüllerde sevinç, ruhlarda beyaz kaldı
Ufka bir bak, ilerle; inkılâba az kaldı.
Ülkemden hatırıma hep sefiller geliyor
Bin yüzlü Ebrehe’ ler, kara filler geliyor
Şimdi devran