Nerede insan bolluğu varsa orada sıkıntı hemencecik cereyan ediyor. Sorun genetik mi, cahillik mi, çöpün, bokun, püsürün içinde yaşama alışkanlığı mi bilinmez ama, torunundan tokmağına birkaç plaj semsiyesini işgal etmiş birtakım insanlar, çöplerini oturdukları yere yığmakla kalmayıp, bu çöpleri torunları vasıtasiyle denize de taşıyorlar. Halk plajı, herkes yararlansın, iyi bir şey desen, durum bu; aksini desen ayna- tarak - ustura- bıçak-el feneri- bel kemeri- eşek semeri 1000 lira...
Örnekten çok, ters imgeler yaratıyoruz karşımızda. Hangi ayna kendimizi gösterecektir bize? Sürekli bir yürüyüş içinde gibiyiz, bir lunaparkın eciş bücüş görüntü veren aynaları arasında.
Kentin hafızası toplumun kolektif bir fotoğrafını çeker. Şiir de en az fotoğraf kadar şehri ve şehirlileri dizelere hapseder, burada ölümsüzleştirir. İstanbul’un önemli dilsel ve görsel temsilcilerinden
-Bana bak, çocuk doğdu, eve geldiniz ya, yedi gün bebeğin yanından sakın ayrılma. Ayrılırsan cinler gelir, bebeği götürür, yerine başka bebek getirirler, “değiştirme bebek” derler ona. Ne olduğunu anlamazsın.
-Doğumdan sonra 40 gün evden dışarı çıkmak yok.
Çöplüklerin, mezarlıkların yanından geçersen al basması olursun. Şaftın kayar. Al basması
Bu otobüs Allah'a gidiyor… Bunun bir parçası ol da, hangisi olursan ol!
Direksiyon olamıyorsan, yedek lastik ol.
Motor değilsen, ayna ol.
Silecek değilsen, cam ol.
Yeter ki içinde ol...
Kimi zaman, sevilecek nesi var, dediği, kimi zaman hoşlanmadığı, kimi zaman iğrenç bulduğu bu adama bağlıydı. Bu adam, kişiliğini kazırcasına silmiş, içinde kendini dilediği biçimde seyrettiği bir ayna haline getirmişti onu.