Akılla idare edilen bir sevgide hayır yoktur." (İbn Arabi, Fütûhât-ı Mekkiyye) Aklınla kalbin arasında kalmışsan kalbinin sesini dinle çünkü kalbin kendine göre sebepleri vardır akıl buna yol bulamaz
NasihatlerMuhyiddin İbn Arabi · Gelenek Yayınevi · 2017142 okunma
İbn Arabî Hz, Fütûhât-ı Mekkiyye'sinde Rasûlullah (sav) için bir adı da 'müdâviü'l-külûm'dur buyuruyor, yani "yaraları iyileştiren."
“Külûm” kelimesi aynı zamanda geçmiş peygamberler için kullanılan “kelime”nin kökeni
olan “kelim”in (yara) çoğuludur. Buna göre müdâvi’l-külûm tüm peygamberlere verilen
hikmet ve hakikatleri yani onların kelimelerini tashih etmeyi, sıhhate kavuşturmayı ifade
etmektedir.
Dahilek Ya Rasûlallah...
Zekatın Sırları
İbn Arabî - Zekâtın Sırları "Fütûhât-ı Mekkiyye'den"
Hz İsa arkadaşlarına şöyle derdi:
'İnsanın kalbi, malının bulunduğu yerdedir.
Mallarınız gökte olsun ki kalpleriniz de gökte olsun'
Allah'ın evi îmandır. Bu evin sınırı kıble tarafından (yani güneyden) namaz, kuzeyden oruç, batıdan gizli verilen sadaka, doğudan ise hacdır. Böyle bir evin oturanı ise, hiç kuşkusuz mutludur.
(İbn Arabî, Fütûhat-ı Mekkiyye)
İbn Arabî, yaratılıştaki mertebeleri ve nispetleri açıklamak için “Bütün türeyenler Allah ile âlem arasında varolmuştur” der. O, Futûhât-ı Mekkiyye isimli eserinde konuyu şöyle açıklar: Eğer durum böyle olmasaydı, “Allah, Ademi kendi suretine göre yarattı” hadisinin anlamı kalmazdı. Çünkü İbn Arabî’ye göre insan özü (ruhu) yönüyle; Allah ona kendi ruhundan üflemiş, böylece de onun zatını âlem’in hulasası (yaratılan her şeyden pay sahibi kılarak) olarak yaratmıştır. Bu yönüyle o hem yaratılan her şeyden bir özellik almış. Hem de onlardan farklılaşarak (insan-ı kâmil) biricik, kendine has farklılıkları kesbetmiştir. Bu yüzden der İbn Arabî, eğer Allah bir an insana nazar etmeseydi, bütün varlıklar yok olurdu. Burada suret ise sadece zat ve yedi nitelikten ibaret değildir. Böyle bir düşünce doğru değildir. Çünkü hayvanın da bir zatı ve nitelikleri vardır. Hayvanda canlıdır, bilendir, irade (içgüdüsel olarak) edendir, güç yetirendir, konuşandır (kendine has diliyle), duyandır ve görendir! Böyle bir durumda insanın (ilahi) surete tahsisi anlamsız hale geli.
İlimler üç kısımdır:
Birinci kısım, akıl ilmidir.
Bu ilim, insanda zorunluluk hükmüyle gerçekleşen veya delilin yönünü öğrenmek tarzıyla delili incelemekle gerçekleşen ilimlerdir. Bu ilmin kuşkuları da kendi cinsindendir. Bu nedenle, nazar (teorik düşünce, araştırma) hakkında
şöyle derler: ‘Bir kısmı doğru, bir kısmı yanlış!’
ikinci ilim
Dünyaya karşı zahit olman ve kaba-saba elbiseler giymen lazımdır. Bir rivayette gücü varken güzel elbise giymeyene Allah kerem elbisesi giydirir denilir ki hadis sabittir.
| Muhyiddin İbn Arabî Hz. (k.s.)
Fütûhât-ı Mekkiyye 18, Sayfa 287
Sadece; doğru, daha doğru, kâmil ve daha kâmil olan vardır.
Muhyiddîn İbn-î Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye
Bu âlemde mertebe ve derecelenme vardır. Hakîkat “tek”tir, hükümler farklılık arz eder. Doğru tek değildir. Doğru; zamana göre, kişinin mertebesine göre, “hal”e göre, şartlara göre, farklılık arz edebilir. Asıl yanlış olan şey bir konuda “tek doğru budur.” iddiâsında bulunmaktır. Ancak doğruda derecelenme vardır. Bir kimse için bulunduğu şartlarda ve hâline göre doğru kabul edilen şey, başka bir kimse için kendi bulunduğu şartlara ve hâline göre doğru kabul edilmeyebilir. Yahut bir kimse için doğru diye nitelenen bir durum, ilim sâhibi ve ferâset sâhibi bir kimse için doğrulukta daha zayıf görülebilir ve bu ilim ve ferâset sâhibi
olan kimse daha doğru olanı görmekte ve uygulamakta olabilir. Mertebesi düşük olan kimse (ilim düzeyi düşük ve ferâseti olmayan kimse) ise kendinden yüksek idrâke sahip kimsenin doğrusunu kabul etmeyecek ve onu yanlış yapıyor diye niteleyecektir.
“Kemâlat”ta da aynı şekilde derecelenme vardır ve bu durum kaçınılmazdır. Bu durumu ancak ilimde, ferâsette, hikmette ileri düzeyde olanlar idrâk edebilir.
Allah Teâlâ’dan ilmimizi artırmasını, bizi ferâset sahibi kılmasını ve hikmet verip gereğince gören, bilen, idrâk eden ve yaşayan kullarından kılmasını niyâz ederiz.
Allah (c.c.) en doğrusunu bilir.
Ahmet Şahin Uçar
Makaleler - Sf: 353
TEMBİH
Sanatkâr sanatını nasıl sevmez ki? Biz, hiç kuşkusuz, O’nun sanatının
ürünleriyiz. O bizim yaratıcımız olduğu kadar rızkımızın ve
maslahadarımızın da yaratıcısıdır. Allah bir peygamberine şöyle
vahyetmiştir: ‘Ademoğlu! Eşyayı senin için, seni kendim için yarattım.
Senin için yarattığım eşyada kendim için yarattığım gayeyi telef
A etme. Ey
Muhyiddin, Tasavvuf felsefesinin malzemesini bir çok dinlerden ve felsefelerden almış ve temeline de Şehabettin Sühreverdİ'nin Nur-Zulmet görüşünü koymuştur. Tasavvuf ile Felsefeyi uzlaştırmadaki keskin zekâsı ve pek yüksek kudretinden ötürü de o, Ele Geçmez Iksîr (Kibrît'ül-Ahmer) ve yukarıda da işaret ettiğimiz gibi En Büyük Önder (Şeyh Ekber) diye adlandırılmıştır. Beşyüz kadar eserinden, özellikle, (Fusûs Al-Hikem)i ile (Fütûhât Al-Mekkiyye) si pek namlıdır.
Sayfa 160 - Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi YayınlarıKitabı okudu
bir şair şöyle der:
Ona iştiyakım ortaya çıkınca
Celalinden ürperirim
Bir korku değil, heybet
Cemalinden gizlenirim
Bütün bu sebepler insanın nefsinde azametin gerçekleşmesini sağlayan
amillerdir. Hakkın müminlerin kalplerindeki azametini ise O’nun
hakkındaki bilgi izhar eder. O azamet ilahi isimlerin eserlerinden ibarettir.
Çünkü bir şey bu yüceltilen zata nispet edilen özelliğin ölçüşünce
yüceltilir. Başka bir ifadeyle O’nun iktidarının her şeye yetmesi,
dilediğini yapabilmesi, hükmünü geri çevirecek kimsenin olmayışı,
emri karşısında kimsenin duramayışı nedeniyle ilahi zat yüceltilir. İlahi
zat bütün bu nedenlerle arifin kalbinde zorunlu bir şekilde saygın ve
azamet sahibidir. Bu azamet her kimde meydana gelirse gelsin, imandan
kaynaklanan ilk azamettir. Azametin ikinci mertebesi müşahede ve
vecd sahiplerinin kalplerine tecellinin izhar ettiği azamettir; bu esnada
ilahi isimlerin veya hükümlerin tesirinden herhangi birisi onların akıllarına
gelmez, sadece tecelli ile müşahede edenin nefsinde azamet duy334
Fütûhât-ı Mekkiyye l6
gusu gerçekleşir. Bu zatî azamet ancak Hakkı hak ile -yoksa kendisiyle
değil- müşahede eden adına gerçekleşebilir.