Ötesi olmayan bir yüzleşme kitabı. Emperyal Batı'yı, özellikle de Britanya İmparatorluğu'nu alttan alta eleştiren bu eserin, "post-colonial" bağlamı dışında, aslında bir "monstrous other" olan Kurtz'ın sembolik ve metaforik anlatısı olarak ele alınmasının da mümkün olduğu bir öyküdür. Canavar imgesi, hem bir korku, hem de bir "awe" yaratır. İnsanoğlunun aşamadığı sınırları aşan canavarlar, grotesk yapıları ve şiddeti benimsemeleriyle birer tehlike unsuru olarak görülse de, bilinmezliğe ait, "distant realms" mekânlarda ikâmet ettikleri için tekinsizliğin yanı sıra bir gizem de oluştururlar. Onların kudreti, bilinmezlikleriyle pekiştiğinde, korkunç bir hayranlık ortaya çıkar. Canavar Kurtz'un durumu bu değil de nedir? "Colonial father" dediğimiz İngiltere, medeniyet, kültür ve standart sahibi eğitimli bir varlık iken, kolonize ettiği gelişmemiş, uygarlaşamamış toprakların yerlilerinin bu imge ve sembolizm altında Kurtz'a duydukları bağlılık onun canavar olmasından ileri gelmez midir? Fakat Kurtz'un sonunu getiren şeyin de aslında kudretinin kırılmasının sebebi, kendisinden de öte, edebi gelenekte canavarın yegane düşmanı olan "kahramanın" yani "sublime" ve öngörülemez "doğa"nın bizatihi canavarlığı da değil midir?