Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"İmâm-ı Rabbânî Hazretleri ölçüsünü koyar: Hiçbir şey O'na bitişik değildir ve hiçbir şey O'ndan kopuk değil... Bu ne azîm bir ölçüdür! Ayrı olmak elinde mi bir kulun? Nasıl ayrı olunabilirmiş Allah'tan? Buradaki inceliğe dikkat edin: Ayrı nasıl olur, bitişik nasıl? Demek ki, kurtarıcı düstur budur; hiçbir şey O'na bitişik değil ve hiçbir şey O'ndan kopuk değil... Hakiki VAHDET-İ VÜCUD da budur... "Allah'tan başka mevcud yoktur"un sırrı burada... Hiçbir şey mutlak olarak ne gayr'dır, ne ayn'dır!"
Risale-i Nur
Mazhar-ı esma u sıfât-ı Bediüzzaman'dır bu Mev'ûd-u risaletten bizlere fazl-ı ihsandır bu Kenz-i mahfîde muhit-i mekteb-i irfandır bu Hava-i zulmette işrak eden şems-i tâbândır bu
Halil İbrahimKitabı okudu
Reklam
Madem Cenab-ı Hak var, her şey var. Madem Cenab-ı Vâcibü'l-Vücud'a intisap var, her şey için bütün eşya var. Çünkü Vâcibü'l-Vücud'a nisbetle her bir mevcud, bütün mevcudata vahdet sırrıyla bir irtibat peyda eder. Tılsımlar - 78
Mevcud olan varlıklar, vücud, varlık itibariyle Hakk'ın aynı, meydana çıkma itibarıyle ise gayrıdır...
Sayfa 174 - Yasin YayıneviKitabı okudu
Panteizm mi Vahdet-i mevcüd mu çözemedim
Varolan her şey, tanrı dediğimiz tek Olan canlının, değişik ifadeleridir. Her şey Tanrıdır.
Şeyh Bedreddin Vâridât'ında Vücud-ı Mutlak ve Vahdet-i Vücud
Bedreddin'e göre Tanrı zati bakımdan her şeyden münezzehtir; fakat zuhura bir meyli vardır ki bu zatın iktizasıdır; bu iktiza zuhura icab eder. Her şey onun sıfatı ve suretidir. O her şeydedir; her şey de ondadır... Vahdet-i Vücud'da kâinatın âdem oluşu ikinci planda kalıyor ve bu inanç daha ziyade "Vahdet-i Mevcud"a yaklaşıyor. Mutlak varlıkla beraber âlem mevcuddur.¹ 1 A.g.e., s, 31-32.
Sayfa 164 - Sia Kitap, 1. Basım: Eylül 2021 (İlk Baskısı: 2016)Kitabı okudu
Reklam
Asayı Musa'dan Alıntılar - 65
Bir zaman iki adam, bir havuzda yıkandılar. Fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki acib bir âleme götürülmüşler. Öyle bir âlem ki kemal-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir. Kemal-i hayretlerinden etraflarına baktılar. Gördüler ki bir cihette
..kâinat bir muntazam şehir, bir muhteşem saray, bir mücessem mânidar kitap, bir cismanî ve her âyeti, hattâ herbir harfi ve herbir noktası mu'cizekâr bir Kur'ân hükmünde bulunmasıyla bir vahdet ve birlik gösterdiği gibi; o sarayın lâmbası bir ve takvimci kandili bir ve ateşli aşçısı bir ve sakacı süngeri, sucusu bir, bir bir bir, tâ binbirler kadar birlikleri ve vahdetleri göstermekle o sarayın ve şehrin, o kitabın, o cismanî Kur'ân-ı Kebir'in sâhibi, hâkimi, kâtibi, musannifi bilbedâhe mevcud ve vâhid ve birdir diye kat'î isbât eder.
İnsan da küçük bir Kâinat'tır. Kâinât'ta ne varsa, aynen fakat kendi vüs'ati nisbetinde insanda da mevcuddur. Bu sebepledir ki; insan için "zübde-i Kâinat" tâbiri kullanılmıştır. Hakikaten, mutlak olarak sadece kendisi mevcud olan Cenâb-ı Hakk'ın esmasının muhtelif derecelerdeki tecellîsinin terkip ettiği varlıklardan meydana gelen Kâinat, bir vahdet ve âhenk üzerine kurulduğu gibi, bu Âlemin bir zübdesi (tohumu, özü, hülâsası) demek olân insan da aynı kanuna tâbîdir. Onun da yaradılışın gâyesine yönelmesi, ancak ve ancak bu vahdet, âhenk ve muvâzene sayesinde mümkündür.
Sayfa 146Kitabı okudu
44 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.