Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
-"Birini yeterince aşağıladı­ğında, endişe etmene gerek kalmaz, çünkü onu kendi seviyene çekmişsin demektir."
Gerçek empati suçlunun kendini haklı çıkarmasını desteklemek değildir; gerçek empati daha çok, gerçek anlamda insan oluşun yolunun insanın kendi geçmiş acısıyla yüzleşme­sinden geçtiğini kavramasıdır.
Reklam
Duygudaşlığın yitimi nasıl telafi edilir?
Eğer bir zamanlar yaşadığımız kurban durumunda oluşun yaralarını bastırmak zorunda kalırsak başkalarının acısını hissetme yetimizi de kurban etmiş oluyoruz. Bunun yerini, bizi insan oluşumuzun felce uğramasından kurtaracağını sandığımız bir kendine acıma alıyor. Kendine acıma duygusu bize iki şekilde yardım ediyor: Birincisi, bizi gerçek yaramızı ve gerçek acımızı algılamaktan "koruyor", bunun yerine, oynadığımız rol yeterince takdir görmediği için kendimize acıyoruz. Diğer yandan kendimize acıyışımız bizi yine sevilmemenin acısından "koruyan" bir tür özseverlik, bir narsisizm oluşturuyor. Klinik literatürde yanlış yorumlanan ve onursuzca bir özseverlik olarak küçümsenen bu narsisizm aslında psikolojik bakımdan hayatta kalmamızı sağlıyor: Çünkü bir çocuk kendisine verilen acıya ve yaralara ancak bunları tersine çevirerek, yani inkâr ederek ve dünya düzgünmüş gibi davranarak katlanabilir. Narsisizm, uyum sağlamış kişi rolünü ne kadar iyi oynadığımıza, ne kadar "doğru" davrandığımıza yönelik bir özseverlik biçiminde, sevilmeyi mümkün kılıyor.
Kı­sır döngü başlar.
Kimliklerini iktidarla ve onun sembolleriyle özdeşleşmeye dayandıran bireyler, insan oluşlarının zeminini yitirirler ve böylece kendilerini algılayış biçimleri, güce dayalı bir toplumsal sistemin sürekliliğini sağlamaya hizmet eder hale gelir.
Kendimize milliyetçi bir kimlik giydirilmesini kabullendi­ğimiz anda, ona teslim olmuş ve bizi kurban durumuna getirmesini kabullenmiş oluruz. Elbette ki bir ülkeyle ve gelenekleriyle özdeşleşmek, or­tak deneyimleri, umutları, sevinçleri ve yasları paylaşmak insanlara bir birlik ve güvenlik duygusu veriyor. Biz be­densel ve ruhsal gelişimimiz için diğer insanlara ihtiyaç duyan toplumsal varlıklarız. Ancak insanın kendi yeter­sizlik duygusundan kaynaklanan ve onu bir iktidarla öz­deşlemeye götüren durum, empatinin yitimine yol açmaktadır. İster sağdan, ister soldan gelsin, faşizm buna çok uy­gun bir örnektir. Organize suçlular arasında veya orduda yerini bulan parçalanmış birey, otorite sembolleriyle özdeşleşmesi sonucu emirlere boyun eğmeye hazır hale ge­lir.
Bunları birbirine karıştırmak bizim kültürümüz için tipik bir özelliktir
Eğer insan, zayıflık olarak algılamaya yöneltildiği için kendi acısını yaşayamazsa, bu acıyı başka canlılarda arama ihtiyacı duyacaktır. Bu durumdaki insan kendi yadsınmış ve bastırılmış acısını yakalamak için başkalarını aşağılayacak, başkalarına işkence edecek ve hasar verecektir. Aynı zamanda kendi ruhsal hasarını gizlemek için de bu edimini inkâr edecektir. İnkâr, kurban durumunda olanı suçlu haline getirir ve kurbanlarla suçluları ayırt etmeyi hepimiz için belli ölçüde güçleştirir: Kurbanlar suçlu, suçlular da kurban durumunda görülür.
Reklam
Ve aynı nedenle bir başkasına verilen acıyı da algılamak istemeyiz.
Bizim kültürümüzde çocuklar -özellikle de erkek çocuklar- gözyaşlarından, çaresizliklerinden, ruhsal incinmelerinden utandırılarak büyütülür. Oysa, hangi ölçüde olursa olsun acıyı inkâr etme baskısı altında kaldığımızda kendi acımızı algılayamayacak duruma geliriz.
“Anne-baba, çocuğun duygularını zayıf ve değersiz olarak nitelerlerse, çocuk kendine özgü olandan utanmayı öğrenir. Böylece anne-baba, kendiler için tehdit olarak gördükleri bir şey için çocuğun suçluluk duymasını sağlamış olurlar. Bunun sonucu ise çok derinlere kök salan bir kendilik değeri yitimidir.”
Sayfa 46 - ÇitlembikKitabı okuyor
“Bir iç bütünlük geliştirebilen ve kimlik duygularını buna dayanarak oluşturan insanlar, aşırı hayal kırıklığı ve yoksunluk koşullarında bile kendilerine olan güvenlerini ve inançlarını yitirmez.”
Sayfa 32 - ÇitlembikKitabı okuyor
“Yabancılara duyulan nefretin, daima, insanın kendisine duyduğu nefretle bir ilişkisi vardır. Eğer insanların, neden başka insanlara acı çektirip, onları aşağıladıklarını anlamak istiyorsak, önce kendi içimizdeki tiksindiğimiz şeylerle uğraşmalıyız; çünkü bir başkasında gördüğümüzü sandığımız düşmanı, ilk olarak kendi içimizde aramamız gerekir. İçimizdeki bu parçayı, bize onu hatırlatan yabancıyı yok ederek susturmak isteriz. İçimizdeki, bize yabancılaşmış parçamızı, ancak bu şekilde uzak tutabiliriz. Ancak bu şekilde, duruşumuzu korumayı sürdürebiliriz.”
Sayfa 9 - ÇitlembikKitabı okuyor
Reklam
Eğer özenle kurulmuş korunma mekanizmaları yıkılır­sa, görmezlikten gelme stratejileri artık işlememeye başlar­sa, eğer tepedeki koruyucu ekonomik ve toplumsal çerçe­ve dağılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu için dayatıl­mış roller artık ödüllendirilmiyorsa, insan ancak o zaman tekrar kendisiyle yüzleşmek zorunda kalır.
Sayfa 41
Kendi gereksinimlerimizi ve güdülerimizi görmezden gelmeyi öğreniriz. İnsan kendi özünü ve benliğini tanıyamaz, çünkü kendi merkezinin bilincinde değildir. Ayrıca tehdit edici düşmanlar olarak algılanan gereksinimlerimizin halen var olduğundan duyduğumuz korku da çabasıdır.
Sayfa 21 - PdfKitabı okuyor
Söz konusu olan kendi çocuğumuz bile olsa başkaları üzerinde iktidar, otorite ve hâkimiyet sahibi olmak benliğimizin anlamıdır. Durumu bu açıdan ele aldığımızda ve kendimize çocuğun ilk öğrendiği şeyin ne olduğunu sorduğumuzda şu kaçınılmaz sonuca varıyoruz: Çocuk, öğrenilecek hiçbir şeyin olmadığını öğrenmektedir. Çocuk, kendi davranışlarını varlığının gelişmesi için ana çıkış noktası yapmamayı öğrenmektedir. Bu öğrenilecek hiçbir şeyin olmadığını öğrenme tecrübesi, özerkliğin yanlış gelişimindeki belirleyici noktadır. Özerkliğin hasar görür ve kendi gereksinimlerimizi daha ziyade tehlikeli, hatta düşmanca şeyler olarak algıladığımız yanlış bir gelişim başlar. Özerklik ve bizi özerkliğe doğru götürme ihtimali olan her şey zamanla içimizde korku uyandırır.
Sayfa 18 - PdfKitabı okuyor
Yani annenin bilinci ve özsaygısı kendi kendilik gelişimimizde belirleyici bir unsurdur. Annenin gelişimi yanlış bir özerklik gelişimini temsil ediyorsa, özsaygısı da gerçek anlamda özerk bir konumdan uzak olan duygu ve gereksinimlere dayanıyor olabilir. Bu durumda, çocuğun özsaygısı da, yani çocuğun annesinin gözündeki görüntüsü de aynı kısıtlamaları yansıtır. Bu süreç­te, dünyamızda çoğu zaman sevgi ve fedakârlık olarak gösterilen, nefret ve öfkenin belirli şekillerinin kaynağı­nı buluruz.
Sayfa 17 - PdfKitabı okuyor
Önemli olan sürekli geçerli olan bir kanıtlama zorunlulu­ğudur; bu durum sürekli bir savaşımı gerektirdiğinden, hayatı kucaklama yeteneğinden bizi uzaklaştırır.
Sayfa 16 - PdfKitabı okuyor
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.