Ben en çok çocukluğumdan üşüyorum. Hiç salıncak sırası beklememiş , gülmemiş , eğlenmemiş , saklambaç oynamamış , çocuk olmamış çocukluğumdan. Bir özür bekliyor yaralarını sarmak için. En azından benim suçum değilmiş diyebilmek için. Ama nafile! Artık büyüdüm. Çocukluğumu galiba öldürdüm. Şimdi ne geç kalmış sözler diriltir onu ne de pişmanlıklar. O benden gideli çok oldu.
Patlama bugün olmayacak. Daha çok erken… Belki de çok geç.
Öyle kesin hakikatler kuşanmış değilim kesinlikle.
Aklımdan temel nitelikte çarpıcı düşünceler geçmiyor.
Bununla birlikte, tüm soğukkanlılığımla, bazı şeylerin söylenmesinin iyi olacağını düşünüyorum.
Bu şeyleri söyleyeceğim, haykırmayacağım. Çünkü çok oldu haykırışlar yaşamımdan
Seni arıyorum ve ne çare bir gün seni bulacağım. Şimdi istediğin yere git artık. Kaç, saklan. Seni ne kadar geç bulursam, mutluluğum o kadar uzun sürecek. Ne kadar çok ararsam seni, o kadar çok seveceğim.
Ah zavallı insan! Dağları yerinden oynatabilirsin, mucizeler yaratabilirsin ama bunun yerine gidip gübrenin, tembelliğin ve inançsızlığın içine batıyorsun! İçinde Tanrı var, Tanrı taşıyorsun da bilmiyorsun ki. Bunu ancak ölürken öğreniyorsun ama artık çok geç oluyor.
Mutluluğu bekleyip, bekleyip sonunda dayanamayıp evden kaçıp gittiğinde hemen ertesi gün mutluluğun o müthiş haberi senin ardında bıraktığın eve varır ama artık çok geçtir. Mutluluk bir gün geç gelir.
Bugün size bu kitapta yaşanmış gerçek bir hikâyeyi spoiler vererek anlatmak istiyorum. Bu kitap Doğu Anadolu’da aile baskısına maruz kalmış ve çareyi evden kaçıp İstanbul’a gitmek isteyen ancak orada başına gelecek olan kötülükleri hesaba katmayan genç bir kız olan Elif’in hayat hikâyesini anlatıyor. Elif ailesinden ayrıldıktan sonra başına
Bu hayatı yaşamayı asla beceremediğimi, öğrenmek için de artık çok geç olduğunu anlıyor, yaşamım boyunca içimdeki karanlık kuyuya sabit bir şekilde bakmaktan başka bir şey yapmadığımı düşünüyordum.