Keyfimin değişmesine göre türlü yaşlarda ve koşullarda kılıktan kılığa sokuyordum onu:
yirmi yaşında acemi bir aşık kız,
kırk yaşında bir salon orospusu,
yetmiş yaşında Babil kraliçesi,
yüz yaşında bir azize.
"Azize'nin kekelemesini, fay kırılmalarıyla ilgili söylediklerini düşündü; derinlerde şiddetli çarpışmalar yaşanırken, bizim yüzeyde nasıl yalnızca hafif bir titreme hissettiğimizi."
Hepsi yaygın davranışlardır: Gözlükleri kılıfından çıkartmak; onları kâğıt mendil, gömleğin eteği ya da kravatın ucu ile
temizlemek; burnun üstüne yerleştirmek; camlarının arkasından önümüzde duran açık sayfaya bakmadan önce sapları kulaklara koymak. Sonra da harfleri netleştirebilmek için onu burnun parıldayan kemeri üstünde yukarı itmek ya da aşağı kaydırmak. Bir süre sonra onları çıkarıp, kaşların arasında kalan açıklığı sıvazlamak; bizi büyüleyip, kendine çağıran metinden kopmak için gözlerimizi sımsıkı yummak. Ve son hareket: Onları çıkartmak, o gecelik okumamızı noktalamak için katlayıp, kaldığımız yeri belirtsin diye kitabın arasında bırakmak. Hıristiyan ikonografisinde Azize Lucia, tepside bir çift göz taşırken resmedilir. Gözlük aslında görme güçlüğü çekenlerin istedikleri zaman takıp çıkarabilecekleri gözlerdir. Bedenin ayrılabilir parçasıdır; ardından dünyanın izlenebileceği bir maskedir; peygamber böceği benzeri, yanınızda taşınabilir bir yaratıktır. Dikkat çekmeyen, kitapların üstünde ayak ayak üstüne atmış, ya da masanın kalabalık bir köşesinde ilgi bekler dururken okurun amblemi, okurun varlığının göstergesi; okurun sanatının simgesi haline gelmiştir.