İsa bütün çocuksuluğuyla etkin olmak istiyordu. Bir ceylan kadar ciddiye alıyordu kendini: "Kuşkusuz, Dirim'in ta kendisiyim ben: Zaten başka ne olabilirim ki'!" Budur işte bize söylediği.
İsa yürekten sevdiği anasıyla, kız ve erkek kardeşleriyle eve kapanmak istemiyordu. O güzelim kırlarda dolaşmayı, pespembe ışıklar arasında boygösteren güneşi seyretmeyi yeğliyordu. Hiçbir zaman Filistin'den ayrılmamasına karşın, değişik yerlerde insanları görmekten hoşlanıyordu. İsa'nı gezip dolaşmaları sırasında, başlangıçta, kendini insan soyunun Kurtarıcısı saydığını gösteren hiçbir belirti yoktur elimizde. Ancak yaşam öyküsü ve genel olarak insan etkinliği konusunda bildiklerimiz bize öbür insanlara benzemediğini, kendini öbür insanlardan başka duyumsadığını, kıpırtısızlığa gömülüp kalmasının olanaksızlığını göstermektedir. Ömrünü marangoz tezgahının başında geçirmek istemiyordu. İnsan kardeşlerini seviyordu. Onlara karşı iyi duygular vardı yüreğinde. Ailesi sınır tanımayan etkinliğine ve -bunu doğru saymaya hakkımız var- etkin dünya görüşüne yetecek kadar geniş bir eylem alanı sağlamıyordu. Anasının onu aile sınırları içinde kalmamakla suçladığını biliyoruz. Kız ve erkek kardeşleriyle ilişkileri iyi değildi. Sonraları, zorla kendisine benimsetilen Mesih'lik görevini üstlendiğinde, öğretisini benimseyenleri, kız ve erkek kardeşlerini, analarını babalarını bir yana bırakıp kendisini izlemeye çağırıyordu.
Zorlayıcı bir aile ya ş amının kendi sınırla n dışındaki her türlü yaşamı öldürdüğünü biliyordu.