Her bayram sevinçle eşlik ettiğiniz o şarkının ardındaki dramı bir çoğumuz bilmiyordur. Şarkı aslında ‘bayram’ için değil eşini kaybetmiş bir kocanın hikayesini anlatmaktadır. Nakarata odaklanıp kaçırdığımız o mısralar bize aslında gerçeği açıklıyor gibi;
“Sen gittin gideli
içimde öyle bir sızı var ki
yalnız sen anlarsın
sen şimdi uzakta
cennette meleklerle
bizi düşler ağlarsın...”
Aslında nakaratı da bu bilgiden sonra okuduğunuzda, babanın çocukları bayram günü mezar ziyareti için hazırladığını anlıyoruz. “Annemiz bugün bizi bekler” satırı artık bambaşka bir anlam kazanıyor ve bu yüreğinizden bir şeyler koparıyor.
“Bugün bayram
erken kalkın çocuklar
giyelim en güzel giysileri
elimizde taze kır çiçekleri
üzmeyelim bugün annemizi
bugün bayram
çabuk olun çocuklar
annemiz bugün bizi bekler
bayramlarda hüzünlenir melekler
gönül alır bu güzel çiçekler...”
Bu bilgiden sonra şarkıyı aynı hisle dinleyebilir miyim diye düşündüğümüzde olaya biraz daha ruhani bakmak gerekiyor. Bugün sevdiklerimizin yanında bayramımızı kutlarken, kaybettiklerimizin mezarını ziyaret ederken de aslında bir hüznün içinde bir gerçeği kabullenerek yanlarına gittiğimizde mutlu oluyoruz ve belki de onları mutlu ediyoruz. O yüzden şarkıyı aynı hisle dinlemeye devam edebiliriz.
Sevdiklerinizle, iyi bayramlar dilerim.
Sensiz geçen bir bayram daha Ata’m…
Yaktığın ışıkta yürümeye devam ediyoruz cesurca. Biliyoruz ki senin kudretin, senin varlığın her zaman arkamızda.
Ruhumuzda ve kalbimizde seni ve ilkelerini taşıdığımız sürece bizim sırtımız yere gelmez.
Ne güzel kelimedir ‘Atatürk’ .
Ne güzel duygudur seni görmeden bile bu kadar sevebilmek.
Seni ve silah arkadaşlarını;
Özlemle ve saygıyla anıyorum…
Dicle Türküsünün Sesi
Mezopotamya’yım ben;
Damarlarım su ve nehir,
Hayatım kavga, mevzum kan,
Dilim edebi, sözüm ebedi.
Her zaman bir şairin, bir vakanüvisin sözünden çok
Gılgamış’ın dudaklarında bir zaman, kadim nehrin kenarında
Instagram'da yayınlanmaz büyükanne, büyükbaba evleri neden?
Onlar olmasa biz olabilir miydik?
Kapısını çalabileceginiz büyükleriniz varsa , sizi gördükleri zaman gözlerinin içi gülüyorsa o pahalı mekanlarda, marka kıyafetlerden çok daha kıymetli birşeylere sahip olduğunun farkında olmalı insan.
Sahip olduklarımızın farkında mıyız?
Yılmaz Özdil imzalı ‘Mustafa Kemal’ bu yıl içinde çıkan ve okuduğum üçüncü Atatürk biyografisi oldu. İlki İlber Ortaylı’nın, ikincisi ise İpek Çalışlar’ın kitapları idi…
Aslına bakarsanız, bu gibi kitapların sayısının hızla artması iyi bir şey; keza Atatürk araştırmalarının da öyle. Yıllarca aptalca polemiklere konu edilen aile kütüğü, akraba
Eğer geleneklerin fiziksel varlığı olsaydı, iki günde yaşlanır, çökerdi. Yalnızca bayram harçlığı isimli olan yetmişine gelip de yedisindekilere Madonna misali taş çıkarabilirdi, o da gençlerin kendisini unutmamak konusundaki hevesleri saye sinde...
Bir bayram sabahı uyandığımda.
Aklıma gelen mezarlık ziyareti.
Baktım yatagında yoksun, abdest alıyorsun,diye düşündüm.
Ama taki gözlerimi mezartaşına bakınca ya kadar.
“Osmanlı döneminde bayramların, dinî olduğu kadar sosyal yönü de vardı. Bayramdan önce evler temizlenir, misafirlere tatlılar, yemekler, çocuklara hediyeler, şekerler, çerezler hazırlanırdı. Ramazanda ise camiiler temizlenir, mahyalar asılır, şehir kandillerle süslenir, hamamlar arife günü sabaha kadar açık olurdu. Mezarlık ziyareti, arife günü veya bayram namazından sonra yapılırdı. Bayram sabahı mahalle bekçileri davullarla halkı uyandırır, atılan topla namaz vaktinin girdiği anlaşılır, büyük küçük herkes bayramlık elbisesini giyerek camilere namaz kılmaya giderdi. Camiideki bayramlaşmanın ardından evlerde küçükler büyüklerin ellerini öper, mahalleyi dolaşarak kendileri için hazırlanan içi gümüş paralı mendilleri, şekerleri, lokumları alırlardı.
Evlerin ilk ziyaretçileri davuluyla mahallenin bekçisi, temizlikçisi, tulumbacılar olur, onlara da bahşiş verilirdi. Hediyeler dağıtılır, yemekler verilirdi.”
Kaynak: Diyanet Takvim