İnsan zihni ne tuhaf, öyle yaşandığına epey emin olduğumuz hatıralar aslında öyle değildir. Bir şeyler değişmiştir, hissederiz fakat bir yandan da eminiz işte. Yaralayan, kötü anılardır bunlar ekseriyetle. Bir kargaşa ki alıp götürür beynimizi, yüreğimizi. Schulman'ın başka bir romanında geçer: "Bazen travma yaşadığımızda zihnimiz, anılarımızı değiştirirdi. Benjamin bunun nedenini sordu, terapist de, 'Dayanmak için,' diye cevap verdi." Sebebi buymuş demek .
Kitabı daha önce duymuş olsam da uzun süre, hayat meşgalesiyle olsa gerek, okumayı ertelediğim bir kitaptı. Yüksek beklentilerim yoktu başlarken ama okudukça daha da kapıldığımı fark etmem uzun sürmedi.
Kitabın kapağı aşırı hoşuma gittiği için özellikle bu yayınevini almış bulundum ve okuduğum için asla pişman olmadığım bir kitap oldu.
Hâlâ bazen, kitabı tekrar okuyasım geliyor ama sonunu bildiğim için biraz da olsa hafızamdan silinmesini beklemem gerekiyor sanırım :)
Her karakterle beraber farklı duygular yaşadığım ve ne kadar Lord Henry’e sunulan nefretlerle karşı karşıya gelsem de tüm karakterlerde kendimden bir parçamı bulduğum bir kitap oldu.
Kesinlikle önerdiğim ve her yerde bahsettiğim bir kitap!!
Elim uzandı yanıma, yatağın diğer ucuna. Hani, her uyandığımda gözlerimi sana açacaktım? Sözün vardı bana; kabuslarımdan araladığım gözlerimi, saçlarımı okşayıp sarılarak tekrar kapattıracaktın.
Sözüm vardı sana; her uykun bölündüğünde sana daha da sıkı sarılacak, kokunu çekecektim içime. Şimdi, ne sen varsın, ne de örtüler içindeki silüetin.
Yokluğuna sarıldığım güzel sevgili, diyeceğim sana.. çünkü unutulmak için çok güzelsin. Bazen düşünüyorum da, senden sonra kimse beni düzgün sevmemiş mesela. Kimse, geceleri beni uyutmaya çalışmamış, uyumamı beklememiş.
Gece oldu. Yine, kendimi bu kağıt parçasına birkaç cümle karalarken buluyorum. Farklı şeyler yazsam da sonları hep benzer oluyor. Yine ve yeniden, kendimi ev’ime dönmeye çalışırken buluyorum. Artık orada başkaları yaşıyordur ama en azından, ışıkları açık gördüğümde ‘biz’ aklıma geliyor ve ben yine seni düşünüyorum, her seferinde.
Bir zamanlar, aile gibi hissettirmiştin.
Sıcak bir yuva.
Güne uyanmak ve uyurken mutlu olmak için küçük de olsa bir bahane oluşturmuştun bana.
Artık bu mektuba bir nokta koymalıyım sanırım. Buruş buruş, karalamalar, kötü yazım ve senin tabirinle ‘incilerimin’ ıslattığı bir kağıdı okumak isteyeceğini sanmıyorum.
En parlak yıldız, bu gece senin üstünü örtsün; ne de olsa, benim en parlak yıldızıma tekrar ulaşma imkanım olduğunu sanmıyorum…
Güzel’in yıldızına..’
Nişan, örf ve adete göre, şeriatın sınırları aşılmadan yapılabilir. Bazen öyle nişanlara şahit oluyoruz ki, bir düğün gibi. Nişan töreni bir düğünden farksız değil; koca salonlar, yiyecekler ve büyük masraflar. Nişan elbisesi, gelinlikten farksız değil; düğün için yapılan ne masraf var ise, nişan için de o masraflar yapılıyor. Bazen bir nişanı görünce bunun düğün mü, nişan mı olduğunu anlamak için, hanım kızın üzerinde ki elbisesine bakılması yeterli olur. Gelinlik yoksa bu nişandır.
ankarayı kendime sordum. ankara bana kendimi sordu. eskitilmiş günlerde küflendik sanki birlikte. gökyüzü kilitlenmiş bir yeryüzünde yaşadım ben. saçlarım hep gitti benden.
istanbul bana kendimi sordu. ben istanbulu kendime sormadım. o bana sordu. o beni dinledi. ben onu içimde tartamadım. yaşadıkça birbirimizi ben bir yerler eğildim, dağıldım, serpildim. saçlarımı sevdim. tamam. bazen. evet. oldu bazenlikler. ama sevdim. iki gün önce aradı. ankaradan. hiç kopmuyor bağımız. -başka bir evrende dedik. olurdu bizden. o evren bu evren değil.- ona da dedim. pişman değilim hiçbirinden. iyi ki yaşandı. iyi ki şimdi oldum ben. sürekli bekleyen bir trenim var gibi. ondan ağır geliyor belki yolculuk. seni arama düşüncesi bile bana iyi geldi, iyileştim dedi. ben o an nefes nefeseydim. yetişecek yerim yoktu. ağaçlı yolumda ortaköye yürüyordum. bu anı hatırlamak istiyorum. sakin ses tonunu. konuşmalarımız bana ankarayı hatırlatıyor. ankara yanıma gelip oturuyor. istanbulda koştururken onu hissediyorum. kucaklamak istiyorum. iteliyorum. kayıp bir baba resmini ayraç olarak kullanıyorum. seni çok seviyorum demek istiyorum kalbimde izi olan herkese. bir avuç insanım. benim insanlarım. yüreğimde örtünüyorlar. itelediklerimi kucaklıyorlar bazen. bilmeseler bile. yine de geceleri sevgilerin provası oynanıyor rüyamda. kopamıyorum ankaradan. içimi kemiren odalarda uyanıyorum gündüzleri ordan oraya giderken. en zayıflığımın üzerinden gidiyorum. kendimi ordan tamir ediyorum. acıta acıta. annem beni tutsa. geçmiyor. kendimi tutmaya çabalıyorum. turuncu bir battaniye altında beni saran herkesi unutup kendime sarılmaya çalışıyorum. istanbulu giyinip ankarayı soyunuyorum.
İçimde söylemek istediğim çok şey var sanki. Çok büyük şeyler. Bunları ifade etmenin yolunu bulamıyorum. Bazen öyle geliyor ki bütün dünya, bütün hayat, her şey içimde duruyor ve sözcüsü olmam için feryat ediyor. Hissediyorum… ama anlatamıyorum
"Bazen ikisi de sessizce uyur. Ama bu da başka bir romantizm içerir. Çünkü aynı dalda yan yana olsalar bile Âşık gözünü açmadan yavaş yavaş Narin'e doğru adım atar. Eğilir kayar, devrilecek gibi olur. Hep Narin'e doğru."