Ankara Hastanesi’nin acil servisinin doğramaları turkuaz renkli otomatik kapısı sürtünme sesleri ve gıcırtılarla önümüzde açıldığında Çetin, sağ tarafta duvara bitişik duran boş sedyeyi, üzerindeki kan birikintisini ikimiz de hemen fark etmiştik. Kan, kahverengi deri kaplaması yer yer yırtılmış, metal ayakları paslanmış sedyenin eskiliğine kirliliğine aykırı bir canlılıktaydı; tavandaki floresanların karmaşık ışığını yansıtıyordu. Sedyenin yanında duvar boyunca dizilmiş bekleyenler, acının belli bir anında donmuş bekleyenler, bu küçük kan gölünü kanıksamış gibiydi. Diğer acil servislerde gördüğümüz insanlara benziyorlardı: Aynı üzgün burunlar, aynı korkan gözler, aynı soran eller, ayaklar, ölülerin yaralıların peşinden koşmuşlar, yetişememişler...
"Yalnız o kadar değil, Alvah. Bir tek sen değilsin. Gerçekten istediğim bir işi, bir projeyi, bir ideali ya da bir insanı bulursam, bütün dünyaya bağımlı duruma gelirim. Her şeyin diğer şeylerle bir bağlantısı var. Birbirimize öyle sıkı bağlıyız ki! Bir ağın içindeyiz hepimiz. O ağ bekliyor. Ve hepimiz onun içine bir tek arzu nedeniyle itiliyoruz. Sen bir şey istiyorsun, o şey senin için değerli oluyor. Onu senin elinden kapmak için bekleyenler kim, biliyor musun? Bilemezsin. Belki çok karışık, çok uzaklarda olabilir, ama birileri onu kapmak için hazır bekliyor. Ve sen de onların hepsinden korkuyorsun. Büzülüyorsun, sürünüyorsun, yalvarıyorsun ve kabulleniyorsun... tek ki almasın, sende bıraksınlar. Bir de kimleri kabul ettiğine bak."
Tatlı yağmur
Cici yağmur
Sözümü dinle
Bırak serçenin yakasını
Git tarlalara
Biliyorsun ya
Bekleyenler var
Seni oralarda
Yine yağmur
Camlardan baktırıyor bizi
Sokaklara...
Hayat ki akıp gider bulanık bir su gibi, Korkulu rüyalarla geçen bir uyku gibi... Çabalama...Kabul et bunu olduğu gibi! Hayattan fazla bir şey bekleyenler delidir...