“Seninki nasıl gitti?” diye sordu.
“İyi gitti” dedim. “Sabah ayazından, melankoliden ve uykusuzluktan, aylardır tavuk döner yemekten ve çay bardağında içtiğim rakılardan ötürü biraz delirmiş de olabilirim.” dedim ona. “Ama sorun değil, benim hala umudum var. Sana her baktığımda umudum var. Raskolnikov’un tefeci koca karıyı baltaladığı yaştayım. Bu aşk karakolda biter ve sakın korkma ölen ben olurum. Ruhumu usturayla doğradın çünkü. Ve farkında olmadan yaptın bunu, işte seni bu yüzden seviyorum.”
"ve bir zamanlar dans etmek istemiştim: tüm göklerin üzerinde dans etmek istemiştim daha önce hiç yapmadığım gibi. bunun üzerine kandırdınız benim en sevgili şarkıcımı.
ve tüyler ürpertici, kasvetli bir ezgiye başladı o da; ah, dertli bir kaval gibi çınlıyor kulaklarımda!
katil şarkıcı, kötülüğün aleti, en masum kişi! hazırdım en iyi dansa: seslerinle öldürdün cezbemi!
sadece dans ederken söyleyebilirim en yüce şeylere ilişkin benzetmeleri: -şimdi benim en yüce benzetmem söylenmeden kaldı kollarımda, bacaklarımda!
söylenmemiş ve gerçekleşmemiş kaldı en yüce umudum! ve gençliğimin tüm hayalleri ve tesellileri öldü!
nasıl katlandım buna? nasıl iyileştim, nasıl atlattım böylesi yaraları? nasıl kalktı ruhum yeniden bu mezarlardan?
evet, yara almaz, gömülmez, kayaları parçalayan bir şey var bende: benim istemimdir bunun adı. sessizce ve değişmeden yürür yıllar boyunca.
evet, hâlâ tüm mezarları yıkansın sen: selam sana istemim! ve yalnızca mezarların olduğu yerde gerçekleşir dirilişler.
böyle şarkı söyledi zerdüşt."