Sadece sığ insanlar bir duygudan kurtulmak için yılların geçmesine ihtiyaç duyar. Kendisinin efendisi olan bir insan kederi de, bir zevki keşfettiği kolaylıkla sona erdirebilir.
Karnımın içinde bir şeyler kaynıyor sanki,asitli bir şeyler.Arasında koşuştuğumuz ekinler gibi yarılıyor içim. Ölmek ne bilmiyorum.Merak da etmedim hiç.Yani iyi kötü bir fikrim var aslında, tam olarak ayrıntısını bilmiyorum ama.Tatil gibi bir şey sanıyorum onu, taşınmak gibi, kesin bir şey. Onu bir daha göremeyeceğimi biliyorum yine de fakat. Bu kadar ani olmasına, böyle habersizce kaçar gibi olmasına üzülüyorum sonra, bozuluyorum biraz.Çağırsaydı ben de gelirdim belki?
Hayatın gerçek trajedileri çoğu zaman o kadar muğlak bir şekilde gerçekleşir ki kaba şiddetleri, mutlak tutarsızlıkları, anlamdan yoksun oluşlarının gülünçlüğü, zarafetten bütünüyle yoksun olmalarıyla acıtırlar insanı.
…insanlara nasıl konuşacakları öğretilse pek iyi olurdu. Dil sahip olduğumuz en iyi araçtır, hem düşünceyi ortaya çıkarmak hem de saklamak için; konuşmak başlı başına bir tür ruhani harekettir ve karşılıklı konuşma, sanatların en latifidir.
Hala yanan yağ lambamdan dolayı azarlamaya gelirken gardiyanın kauçuk ayakkabılarından çıkan yumuşak ayak seslerini şimdiden duyuyorum. Sanki sıradan bir kul ölüme mahkum birini paylayabilirmiş gibi!
“... bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret filan değil... İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile... Sadece bir yalnızlık ihtiyacı. Öyle günlerim oluyor ki etrafımda küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum. Taşıp dökülecek kadar kendi kendimi doyurduğumu hissediyorum.”