Merhaba Sevgili Arkadaşlar,
Bir grup arkadaşla giriştiğimiz dil çalışmalarına giriş mahiyetinde olacak yazı serisinin en önemli ayaklarından biri olan İngilizce Öğrenme yazısını kaleme alma sebebim, dil yazılarımızı takip edecek arkadaşlara nereden başlamaları gerektiği konusunda bilgi edindirmektir. Oluşan dil havzasında öğreneceğimiz dillerin
Yazar kitabın önsözünde, dünyaya gelişimizin adil şartlarda olmadığını, bazılarının hayata 1-0 geride, bazılarınınsa önde başladığını dile getirmiş. Hatta bu skor kimileri için daha da açık farkla başlayabiliyor... Bizim eksikliğini hissetmediğimizden şükrünü unuttuğumuz duyulardan mahrum olarak dünyaya gelenlerden bahsediyorum, engellilerden.
Yazar bu kitabında bizlere işitme engelli küçük bir kızın penceresinden bakma imkanı sunuyor.
Üstelik engellilerin yaşadığı bu sıkıntıları yine öyle bir toplumsal sorunla sentezlemiş ki okurken kendisini takdir ettim. Bu sorun, 'Adalet sistemimiz ve cezalar suçluları engelliyor mu, suçları ortadan kaldırıyor mu?' Sorunuydu.
Birçoğumuz gibi cezaların etkisiz olmasını dert eden yazarımız, suçluların ıslah edilmesi ve topluma kazandırılması ile daha ferah bir toplum olacağımızı anlatmış. Üstelik bunları oldukça sade, akıcı üslûpla hikâyeleştirerek anlatmış.
Oktay, Fatoş ve Çiçek karakterleri üzerinden hem cezaların değil suçluların iyileştirilmesi, hem de işitme engelli insanların ve yakınlarının yaşadığı sıkıntılar anlatılmış.
Ceza yerine ıslah kulağa ütopya gibi gelse de
kimbilir belki hayaller gerçek olur bir gün...
Ben kitabın farkındalık oluşturma amacını beğendim. Yazarımız
Selahattin Tomar 'a başarılar dilerim ve hediyesi için bir kez daha teşekkür ederim.
Keyifle okuyun kitap dostlarım.
Can Nuroğlu
Tanrı’nın içimize koymuş olduğu vicdana ayak uyduramadığımız kaçınılmaz bir gerçektir. İşte bu yüzden birçoğumuz kendimize daha uygun bir takım kurallar uygulamaya çalışırız. Bunlar, “İnsanlık” kuralları, yani, yalan söylememek, dürüst davranmak ve öfkelenmemek gibi evrensel olarak kabul gören bariz kurallardır. Evet, bunlardan çok bahsederiz, komşularımıza sık sık nasihat ederiz ve çocuklarımıza bıktırırcasına anlatırız. Fakat laf bitip de icraata gelince kendimiz bile bunları tam anlamıyla yerine getiremiyoruz.
O; görülmek, duyulmak anlaşılmak, fark edilmek isterdi. Yüzey yapıda özenle gizlenen yaralarına dokunulsun ve onlar sarılsın isterdi. Birçoğumuz gibi...
Sosyalizmi en basit dille nasıl anlatsak böyle anlatırız. Taaaa lisedeki tarih hocam önermişti, yıl 2024 şimdi okuyabildim. Lisede olsaydım muhtemelen bu kitaba bayılırdım. Şimdi... bilemedim. Yani güzel evet. 22 yaşında bir birey olarak Moore'u da eleştirmemeliyim galiba. Kime ne be? Eleştiriyorum. Bu aralar tüm ideolojiler saçma
Seçimlerimizle kendi hayatımızı yaratıyor olduğumuz gerçeği başlı başına büyük ve altından kalkması zor bir işmiş gibi gelir. Bu nedenle birçoğumuz seçim yapmıyormuş gibi yaparız.
Bu noktada Sartre’ın bir lafını hatırlatmak isterim; “Yapmamız gerekmeyen tek seçim, seçim yapmanın kendisidir.” Yani seçim yapmadığımızı iddia etmek en iyi ihtimalle kendimizi kandırmaktır. Seçim yapmadığımızı iddia ettiğimizde bile bir seçim yapmış oluruz; yaptığımız seçime sahip çıkmamayı seçeriz.
Birçoğumuz en büyük üzüntülerimizi ve arzularımızı gizleyebiliriz. Her gün böyle yaparak hayatta kalırız. Acı orada değilmiş, yaralar yerine yara izlerinden oluşuyormuşuz gibi davranırız.
Kaderimi tayin eden bir başka kitap da İbrahim Ethem’in Terbiye-i İrade başlıklı eseridir. Disiplin içinde çalışmayı bu kitaptan öğrendim.”
-Cemil Meriç
“Bütün mağlubiyet ve felaketlerimizin yalnız bir sebebi vardır; o da irademizin zayıflığı, çabadan ve özellikle de daimi çabadan nefret etmemizdir.”
Birçoğumuz Payot’un İrade Terbiyesi kitabını okumuştur ben de çok popüler olduğu için okumuş ancak biraz daha lise çağlarındaki gençlere hitap edeceğimi düşünmüştüm yani bir şeyler yetersizdi çıkartarak Ustad Meriç’in de faydalandığı gerçek kaynağı bizlerle buluşturdu.
İrade nedir?
“İrade, muhakeme edilerek seçilen bir düşünceye, fiile dönüşebilecek derecede kuvvet veren ruhsal bir hassadır.”
“İnsan yalnız öğrendiği ile yetinmemeli, bizzat aklî melekeleri ile tefekkür edebilmelidir ki hakikaten bir çaba göstermiş sayılsın.”
Nefsin terbiyesi, derin tefekkürün önemi, duyguların etkisinden sağlam alışkanlıkların kazanılması gibi başlıklarla çok geniş bir şekilde iradenin nasıl terbiye edileceğini ele almış.
Ben uzun bir sürece yayarak okudum sizlere de o şekilde okumayı tavsiye ederim.
Umarım okuduklarımız hayatımıza tesir etsin ve başarı yollarında atacağımız adımlar bu güzel kitabın ışığı ile aydınlansın
yoldan geçenleri izlerken "ne çok insan var" diye düşündüm. hepimiz bir yerlere gidiyoruz, birileriyle konuşuyoruz, çalışıyoruz, dinleniyoruz. ne kadar çoğuz. hepimiz ne kadar çok kendimizi önemsiyoruz. hayallerimiz var. çok azımız uyguluyor hayallerini. uğraşıyoruz yine de. belli bir yaşa kadar, bi şey olmaya çalışıyoruz. olamayanlarımız çocuk yapıyor, kendi olamadıklarını, onlar olsun istiyor. kafamızdaki olmak istediğimiz insan da farklı farklı. genelde çok zengin olmak istiyoruz. sıradan olmayı hazmedemiyor birçoğumuz. özel olmalıyız, en azından bir kişi için. kafasında olmak istediği kişiyi olamamış biri olarak, başka bir olamamış ile ilişkiye giriyoruz. iki sıradan insan, birbirinin ne kadar özel olduğunu hatırlatıp duruyor. aralarında biri hatırlatmayınca ilişkiyi kesip, başka bir sıradana hatırlatması için arayışa giriyor. uzun süre hatırlatanlar belli bir zaman sonra sıkılıp evleniyor, baktılar ki ikisi de birbirine bunu anlatmaktan sıkılmış, çocuk yapıp onu dünyanın en özeli kılıyorlar. seçildiği için, annesinin babasının sıradanlığını aşmakla görevlendiriliyor. istediği gibi biri olmak yerine, anne-babanın kafasında olmak istediği ama olamadığı insanı olmak zorunda. hayır demesi neredeyse imkansız...bu hayır diyemeyenler de büyüyüp çabalıyor, olmuyor, birini buluyor, sıkılıyor, çocuk yapıyor... bu kısır döngü, böyle sürüp gidiyor, gittikçe artıyoruz.
Değişmeliyiz… Değişmek zorundayız… Biz değiştik, Allah da celle celaluhu ) ( verdiği iman, izzet ve şahitlik sorumluluğunu bizden aldı. Şimdi bir daha, olumlu anlamda değişmeliyiz ki yitirdiklerimizi geri alalım. Aksi hâlde, değişim edebiyatı yapan dava edebiyatçıları gibi oluruz. İslam bizi değiştirmezse din gevezesi oluruz. Değişim nefislerde başlar. Ben değişmeliyim, sen değişmelisin, biz değişmeliyiz… Birçoğumuz haklı olarak soruyordur: Neyi değiştirelim ve nasıl değiştirelim? Bu soruya kendi adıma ve kendi nefsimi göz önüne alarak şöyle cevap verebilirim: Düşüncemizi ve eylemlerimizi, tasavvurumuzu ve tasdikimizi, ölçülerimizi ve algılarımızı, ahlakımızı ve inancımızı… bir bütün olarak vahye arz edelim; değişmesi gereken ne varsa; amasız, fakatsız değiştirelim… Değişmekten korkmayalım. Vahyin rehberlik etmediği, arzulara göre şekillenen değişimlerden korkalım. “Nasıl değişelim?” sorusuna gelince ise Kur’ân’ın mihmandırlığında değişelim… Zira Kur’ân’ın değiştirip dönüştürme gücü teorik bir iddia değildir. O, daha önce bir ümmeti değiştirip dönüştürdü. Çölde yaşayan dağınık insanlardan tarihin seyrini değiştiren ve tarihi yeniden yazan bir ümmet çıkardı.
O; görülmek, duyulmak anlaşılmak, fark edilmek isterdi. Yüzey yapıda özenle gizlenen yaralarına dokunulsun ve onlar sarılsın isterdi. Birçoğumuz gibi...