Bütün şaşıran insanlar gibi, önce bütün gücümle savundum kendimi: itiraz ettim, söylemiş olduğum sözleri inkâr ettim, onu kızdırmak için bu sözlere başka anlamlar verdim. Böyle durumlarda nasıl öfkelenirdi bilseniz. En ağır kelimelerle hakaret ederdi: en kısa cümleyi aklında tutamayan, iki satır yazıyı ezberleyemeyen budalaların, bir gün söylediğini ertesi gün inkâr eden iki yüzlülerin canı cehenneme, diyerek kıpkırmızı kesilirdi.
Sayfa 359Kitabı okudu
Hakaretin suç olduğunu söyleyebilirsiniz; ancak kültürden, inançtan, milliyetten, lisandan ve dönemden nemalanan hakaret kime göre şekillenecektir? Suç olduğu kararını kim nasıl verecektir? Sinan Kara kaymak bir burjuvadır “affedersiniz”, kaypak bir burjuvadır dediğimde bu bir hakaret midir yoksa gerçeğin bir başka ifade ediliş biçimi mi? Benim için ikincisi.
Sayfa 93 - Velespit YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
Annesine Hakaret Eden Adamın Akıbeti Havşeb oğlu Avvam (ra) der ki: Günün birinde, bir yerde konaklamıştım. Orada bir kabir vardı. İkindi sularında birdenbire kabir açıldı. İçinden başı merkep, vücudu ise insan şeklinde olan bir adam çıkarak üç kez anırdı. Sonra kabir, adamın üzerine örtüldü. Yaşlı bir kadın, tiftik veya yün eğiriyordu. O sırada bir kadın: Şu ihtiyar kadını görüyor musun? diye seslendi. Ben de: Nesi var? dedim. O adamın anası! Bu nasıl oldu (meselenin aslı nedir)? Adam içki içiyordu. Gittikçe de artırdı. Anası ona, 'Yavrum Allah'tan kork! Daha ne zamana kadar içeceksin bunu! deyince, adam anasına, ' Sen ancak eşeğin anırması gibi anırıyorsun ' veya 'Sen eşek gibi anırınca bırakacağım. ' diye karşılık verirdi. Günün birinde, ikindiden sonra öldü. Öldüğü günden bu yana her gün ikindiden sonra bu kabir açılır. Adam da bu şekilde çıkarak üç kez bu şekilde eşek gibi anırır. Sonra kabir üzerine kapanır. dedi.
Eğer mutlak iyiyse ondan neden korkalım? Eğer mutlak bilgeyse neden geleceğimiz için kaygılanalım? Eğer her şeye vakıfsa neden ona ihtiyaçlarımızı belirtelim ve dualarımızla bıktıralım? Eğer her yerdeyse neden adına tapınaklar dikelim? Eğer adilse neden zayıflıklarıyla yarattığı mahlukatı cezalandıracağından korkalım? Eğer bağışlayıcıysa ne diye bu zayıflıkları yenmeye çalışalım? Eğer her şeye muktedirse ona nasıl hakaret edelim, nasıl direnelim? Eğer mantıklıysa körlere veya mantıksız olma özgürlüğü bahşettiği kullarına neden kızsın? Eğer değişmez ise ne hakla hükmünü değiştirebiliyormuş gibi yapalım? Eğer aklımız ermeyecekse neden anlamaya uğraşalım? EĞER SÖZÜNÜ SÖYLEDİYSE EVREN NEDEN İKNA OLMUŞ DEĞİL? Eğer Tanrıyı bilmek en önemli şeyse neden en bariz ve net bilgi bu değil?
Arkadaşlığımız ilerledikçe, Selim’de konuşma cesareti arttıkça, bana daha önce söylediğim sözleri kullanarak saldırmaya başlayınca, şaşırdım. Herhangi bir tartışmada, gelişigüzel söylediğim bir sözü, tartışmayı kazanmak için inanmadan ileri sürdüğüm bir düşünceyi bana aynı kelimelerle tekrarlardı. Bütün şaşıran insanlar gibi, önce bütün gücümle savundum kendimi: itiraz ettim, söylemiş olduğum sözleri inkâr ettim, onu kızdırmak için bu sözlere başka anlamlar verdim. Böyle durumlarda nasıl öfkelenirdi bilseniz. En ağır kelimelerle hakaret ederdi: en kısa cümleyi aklında tutamayan, iki satır yazıyı ezberleyemeyen budalaların, bir gün söylediğini ertesi gün inkâr eden iki yüzlülerin canı cehenneme, diyerek kıpkırmızı kesilirdi. Söyledim ya onu kızdırmaktan hoşlanırdım: kızdığı anlarda yüzünün ifadesini, öfkesinin içtenliğini severdim. Söylenen sözlerin, yaşanan olaylardan önemli olduğunu Selim’de gördüm. Düşüncelerine büyük bir içtenlikle bağlıydı: herkesi de öyle sanıyordu. Bu içtenlik, düşünmeyi meslek edinenlerin içtenliğinden çok farklı bir duyguydu. Mesleği sevmek gibi değil, hayatı sevmek gibi bir duyguydu. Camus’nün ‘Ontolojik mesele yüzünden ölen kimseye rastlamadım’ sözünü okuyunca: ‘Biri bu yüzden ölmeli, intihar etmeli,’ diye bağırmıştı. Ona, kimsenin soyut düşünceler nedeniyle kendini öldürmediğini söyledim. Benim de Camus gibi bir ahmak olduğuma karar verdi.”
Sayfa 359
Hikayeni anlatmak ister misin?" dedi Milletvekili. " Hikayem..." Ne anlatabilirdim ki, anlatacak ya da dinlemeye değecek ne yaşamıştım? Ayrıca bilmek istediği neydi? Her şeyi en başından mı? Eğer öyleyse, benim yirmi iki yıllık yaşantımı, şimdi burada taş patlasın bir buçuk iki saate sığdırmaya çalışmak, acısıyla tatlısıyla onca yaşadığım anıya hakaret sayılmaz mıydı? Yoksa kısaca neden, nasıl burada bulunduğunu mu merak ediyordu... Bence bu hiç deşilecek bir yara değildi.
Reklam
752 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.