Hani insan kendine, ailesine en uzak yaşayışa imrenir, onun için her şeyi yapar, kendine en uzak insana meyleder, her kılığa girer ama olmaz. Olmayışına dair binbir anı ile eski yaşantısına döner. Eski yaşantının sakinleri bunu burnu sürtülme, işin aslını sezme, nihayet yola gelme, kan çekmesi vs. her tür yanlış anlama ile anlar adlandırır, tanımlar, tanımayana tanıtır, sündürürler. İnsan da dönüp bir şey diyemez. Çünkü bin başka halden, bin başka olma umudundan bir tanesinin gerçekleşmemesi hali ile bir ölü olarak döndüğü yerde ona diri muamelesi yapılmasını bile anlayamaz. Aslında başkalarına bunca seyahatten, bu her şeye razı ama eli boş dönüşünün hakaret olduğunu bilir ama toprak sahipleri bunu mesele yapmaz: "Döndün, sonunda kıymetimizi anladın, yolu buldun ya," derler. Bunun gibi işte insan yine karnını doyurur, ama tat yoktur, güler gibi yapar, neşe yoktur, var gibi yapar, yoktur, herkese haklılarmış gibi yapar çünkü güler, yer ve vardır. Nasıl ki bunlar yoktur, haklılık da zaten hiç yoktur. Bir şair demiş gerçi "Eve dönmek kendine sarkıntılık etmekten başka nedir ki?" diye.