Azkaban...
Expectooooo Patronum
Hogwarts demek önyargıları parçala demekmiş meğer. Kitabın başında ne düşündük ne hayaller kurduk ve sonunda neler yaşadık ... ( Ah Sirius üzümlü kekim )
Henüz serinin diğer kitaplarını okumadım ama okuduklarım arasından en güzeli azkaban tutsağı diyebilirim . Her bölümünde farklı bir duygu farklı bir bakış açısı artık ne olabilir diyorsunuz ama neler neler oluyor
( spoi: okuduktan sonra acaba benim patronusum ne diye düşündüm , düşündüm ve düşündüm en sonunda buldum benim patronusum aslında hayatımda değilde buradaymış bu dünyadanmış hog world den hatta felsefe taşının final bölümü ... ♡ )
Aslında anlamalıydık. İlkokulun bahçesinde uyanmalıydık. Hazır ol! Rahat! Hazır ol! Dikkat! Sağa bak! Tesadüf değilmiş hiçbiri. Devamı varmış meğer. Alıştırmaymış onlar. Gerisi buradaymış. Milliyetçiliğin bir din olduğu bu ülkede, zorunlu hale getirilmediği takdirde askerlik hizmetine gönüllü bulamayacaklarından korktuklarını anlamalıydık! Bir zamanlar, üzerimdeki tişörtte sarı, yeşil ve kırmızı yüzlü bir Bob Marley taşıdığım için, polis tarafından çevrilip “Bu da ne?” dendiğinde anlamalıydım. “Reggae!” dediğimde “Nerede?” diyen polisin terör tehdidiyle dolmuş boş bakışlarından anlamalıydım. Hiçbir yerinde Bob Marley yazmayan ve karanlığın içinden çıkan saçsız yüzün, herhangi bir PKK liderine ait olabileceği şüphesiyle karakola götürüldüğüm gün anlamalıydım.
Gris' yi ele vermektense gebermeyi yeğ tutuyordum. Niçin? Artık Ramon Gris’yi sevmiyordum. Ona olan dostluğum Concha'ya olan aşkımla, yaşamak tutkumla birlikte gün doğmadan az önce ölüp gitmişti. Kuşkusuz ona hep değer veriyordum, yiğit bir adamdı. Ama onun yerine ölmeyi kabul edişimin nedeni bu değildi; hayatı benimkinden daha değerli değildi. Hiçbir hayatın değeri yoktu. Tutup bir adamı duvara dayıyorlar, sonra da geberip gidene kadar üstüne ateş ediyorlardı. İster bu adam ben olayım, ister Gris olsun, ister bir başkası, hep aynıydı. İspanya söz konusu olunca, Gris’nin benden daha işe yarar bir insan olduğunu biliyordum, ama İspanya ve kargaşa vız geliyordu bana. Artık hiçbir şeyin önemi yoktu. Gelgelelim ben buradaydım. Gris’yi ele vererek de postu kurtarabilirdim ve bunu yapmayı reddediyordum, hatta bunu gülünç bile buluyordum; inat yüzündendi bu. “Dik başlılık etmek gerek!” diye düşünüyordum. İçime tuhaf bir sevinç doluyordu.