“Cinsiyetimizi tarzımızı yanlış anlıyormuşuz. Terbiye, moda, dans, kıyafet, oyun, işte bunları istemeliymişiz; yazmak ya da düşünmek ya da araştırmak, güzelliğimizi gölgeler, zamanımızı tüketirmiş ve en güzel çağımızda engellermiş zaferlerimizi.”
Hayatımızı hayal edilemeyecek kadar kolaylaştıran tuşların, butonların ve düğmelerin sayısı arttıkça, metrekareye düşen insan sıcaklığı da giderek azalıyor tabii ve artık insanoğlu öteki insanların varlığından uzaklaşıp sadece kendi hızıyla arkadaş oluyor.
İnsan denilen yaratığın zihninde yer etmiş olan; kendi renginin, inancının ve siyasetinin en doğrusu, en iyisi olduğuna ve dünyanın dört bir yanına dağılmış diğer tüm insanların kendisinden daha talihsiz olduğuna dair o yaygın dar görüşlülük, Ruth’da da vardı.
Sizin ruhunuz insani bilgilerin daracık atmosferiyle kısıtlanmış durumdadır ve yapay hazların dibini göz açıp kapayıncaya dek bulmanız işten değildir, oysa tabiat ve gönül tükenmez.
Zaman büyüteç merceğinden görünür kalanlara, her şey ağırlaşır, buharlaşır ve dolaşır. Yorganın altındaki karanlık gibi sınırsızdır kalma hali, bir adım daha ilerlemeden içinde öylece duran, geceyi uzatan uykusuzdur kalan.
Ne garip değil mi? Ömrün tek bir çizgi üstünde sağa sola sapmadan öylece dosdoğru gidecek sanarken sen, koca hayat en olmadık anda karşına dikenli bir gonca gül çıkarıyor; ya çizgiyi bozmayacak ama etini çizdireceksin ya da kendine bir yamuk çizip oradan gideceksin.
Günün kaderi rüzgarın bileğinde asılıydı, ne kadar şıngırdıyorsa o kadar yavaşlardı an. Biri hızlandıkça diğeri durma noktasına gelen kuma gömülü bir tahterevalli gibi, aksi iki uç ve ağır gelen daima rüzgar, ayakları kuma sürtense zaman olurdu.