Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Hiçbir çocuk ebeveynine ait değildir! Sadece emanettir..
Bir büyük gün gelince bize mutlaka sorulacak: Gözlerinde iman, gözyaşında Allah görünen yavruya nasıl kıydık? Bizden, kalbine yapılacak kuvvet aşısı, hakikat rüyasına tutulacak ışık isteyen, temiz ruhundaki himaye ihtiyaciyle bize sığınan Allah kuzusunu nasıl boğazladık? Onlar bizimdir de onun için, değil mi?
Çocuk dediğimiz melek varlıkta samimiyet, sevgi, ümit bunların hepsi vardı. Biz onun ruhundaki bu ilâhî tohumları, Cennet kapılarını aydınlatacak olan nurları inkişaf ettirecekken, onu kendi dünyasından çekip ayırdık. Kendi zevk, menfaat, riya ve zulüm zindanımıza soktuk.
Reklam
Kültürümüzde duygularıyla tam, eksiksiz bir şekilde temas kurma­larına izin verilen, sevme ve sevilme arzularını utanmadan ifade edebildikleri anlara müsaade edilen erkekler sadece küçük oğlan çocuklardır. Eğer gerçekten çok şanslılarsa, akranları tarafından katı cinsiyet rollerinin bir yetişkin erkek hapishanesindeki kadar sert bir şekilde dayatıldığı ataerkil okul sistemine dahil olmadan önce, içsel benlikleriyle ya da içsel benliklerinin bir kısmıyla ileti­şim halinde kalabilirler. Şans eseri ataerki karşıtı evlerde yaşayan az sayıdaki erkek, erken yaşta çifte hayat sürmeyi öğrenir: Evde hissedebilir, ifade edebilir ve var olabilir; ev dışında ataerkil erkek çocuk rolüne uyum sağlamak zorundadır. Ataerkil oğlan çocuklar, aynen yetişkin erkekler gibi kuralları bilirler: Kızgınlık hariç duy­gularını kesinlikle ifade etmemeleri gerektiğini bilirler; kesinlikle dişil ya da kadınsı olarak algılanacak bir şey yapmamaları gerekti­ğini bilirler. Ergen erkekler hakkında ülke çapında yürütülen bir araştırma, bu erkeklerin ataerkil erkekliği pasif bir şekilde kabul ettiğini açığa çıkardı. Araştırmacılar oğlan çocukların gerçek anlam­ da erkek olmak için saygıya layık olmaları, sert olmaları, sorunlar hakkında konuşmamaları ve kadınlara hükmetmeleri gerektiğini kabul ettikleri sonucuna ulaştılar.
Sayfa 54 - Bgst Yayınları, 2.Basım, Haziran 2021.
88 syf.
·
Puan vermedi
·
23 saatte okudu
'Çaresaz' olup kendi derdine çare olamamak...
》"Asıl adı Mediha'ydı. Fakat karakteri, belki de hayatını etrafına vakfetmesi dolayısıyla bütün mahalle ondan 'Çaresaz' diye bahsederdi." 》Çaresaz; çare bulan, çare olan demektir. Küçük yaşta ailesini kaybedince, kendisini öğrencilerine ve mahallesindeki yardıma muhtaç herkese adayan öğretmen Mediha'nın
Çaresaz
ÇaresazHalide Edib Adıvar · Can Yayınları · 20111,146 okunma
Sartre
"... bir özgürlük çölünde var olmak. Aynı şeyi uzun bir tatile çıkan okul çocuğunda da gözlemleyebilirsiniz: Çocuk bir süre sonra bütün amaç duygusunu yitirir. Özgürlük onu sıkar; bu kadar özgürlüğü ne yapacağını bilemez. Bu ona sınırlılığını, değersizliğini öğretir."
Sessizliğin en koyu vaktinde bir yıldızda tek başına olmak ve her şeye hükmetmek bir çocuk için sultanlık değil de nedir!?..
Reklam
Ana-baba ve çocuk ilişkileri konusunda yazılanların bir başka sonucu da, bazı yetişkinlerin kendi sorunlarından ana-babalarını sorumlu tutarak onlara karşı düşmanca tutumlar geliştirmeleri biçiminde olmuştur. İnsan yetişkin yaşamında ana-babasının kusurlarının izlerini taşısa bile bundan ötürü onları suçlamak kendisini de suçlu hissetmesine neden olur. Bu, yetişkin bir varlık olarak insanın kendi varoluş sorumluluğunu üstlenememiş olmasının suçluluğudur. Ana-babalarımızdan alacaklı olduğumuz bir gerçek de olsa, geçmiş yeniden yaşanamaz. Bazı insanların daha elverişli koşullarda yetişmiş olmasının yarattığı eşitsizliğe isyan etmek de bizi kendi sorumluluklarımızı görmekten alıkoyabilir. Üstelik ana-babalarına öfkelerini sürdüren insanlar onlara karşı duydukları korkuyu da sürdürürler. Ana-babadan korkmak ise olgunlaşmamış olmanın bir göstergesidir. Unutmamak gerekir ki, onların da ana-babaları vardı ve kuşaktan kuşağa aktarılan sorunlardan kimin sorumlu tutulabileceği sorusunun da yanıtı yoktur. Dolayısıyla, ana-babaların kusurlarını kendi sorumluluğumuzdan kaçınmak için gerekçe olarak kullanmak, vaktiyle bize karşı işlenen kusurları bizden sonraki kuşaklara da yansıtmamıza neden olabilir. Ana-babalar bizleri ayrı birer varlık olarak görememiş olabilir, ama biz de onları kendimizinkinden ayrı dünyaları olan varlıklar olarak göremediğimiz sürece gerçek anlamda yetişkinliğe ulaşmış sayılamayız.
Çocuk eğitimi konusundaki yayınların içeriğindeki bazı farklılıklar, birçok ana-babanın çocuklarına karşı nasıl bir tutum takınmaları gerektiği konusunda kararsızlığa kapılmalarına neden olmuştur. Bazı yayınlar, çocuğa hiç ceza verilmemesi ya da engellenmemesi biçiminde yanlış yorumlara yol açmıştır. Aşırı hoşgörü ve disiplin noksanlığı çocukta bencil ve topluma karşıt davranışlarla sonuçlanır. Katı bir disiplin ise ana-babaya karşı korku ve öfke yaşanması, girişim noksanlığı ve insanlara dostça yaklaşamama gibi zararlı sonuçlar doğurabilir. Aşırı kısıtlayıcı tutumlar da baş kaldırıcı davranışlarla sonuçlanır ve çocukta ana-babanın görüşleriyle uyuşmayan dış etkilere doğru bir yönelme görülebilir. Önemli olan, çocuğu kendine özgü dünyası olan bir varlık olarak kabul edebilmektir. İyi yaşama konusunda kendi sorumluluğunu gereğince üstlenememiş anababaların bunu gerçekleştirebilmesi oldukça güçtür. Kendisine değer vermeyen insan başkalarının duygusal ihtiyaçlarını da algılayamaz.
Çocuğun reddedilmesi açık ya da üstü kapalı bir biçimde yaşanabilir. Açık iticiliğin başlıca belirtileri, çocuğa hırçın davranma, azar, dayak ya da gereksiz yere ceza verme, ilgisizlik, çocuğu terk etme ya da başka bir yere gönderme tehditleri ve çocuğu kötü sıfatlarla çağırma biçimlerinde görülür. Disiplin amacıyla çocuk gaddarca dövülebilir, saatlerce bir yere kapatılabilir ya da aç bırakılabilir. Bazı anneler, çocuklarıyla bedensel yakınlık da kurmaz, kucaklarına almaz ve okşamazlar. Çocukla bir başkasının ilgilenmesini sağlayarak ilk fırsatta kendi yaşantılarına dönerler. Toplumsal etkinliklere kendini fazla vermiş bazı annelerin çocuklarını randevu ile kabul ettikleri bile gözlemlenmiştir. Bu gibi koşullarda yetişen çocuklar normal çocukların canlılığından yoksundur, sevgisizlikten kaynaklanan duygusal bir açlık içindedirler. Çocuğun üstü kapalı bir biçimde reddedilişi ise ondan kusursuz davranışlar bekleme biçiminde görülebilir. Bazı ana-babalar, okulda ve diğer etkinliklerde başarılı olmaları konusunda çocuklarına aşırı yüklenirler. Çoğu çocuk, ana-babalarının bu aşırı beklentilerini karşılama gücüne sahip değildir. Gösterdiği çabaya rağmen ana-babasının onayını kazanamayan ve onların istediği kusursuzluk düzeyine ulaşamayan çocuk giderek kendi gözünde de değersizleşir.
Geleneksel aile, bireyleşmeye olanak tanımayan bir yapıya sahiptir. Bireyin sistem içindeki rolü bellidir ve töreler varlıklarını koruyabildiği sürece bir sorun çıkmaz. Çünkü, bileşik kaplar yasası burada da işler ve belirli psikolojik mekanizmalar bir kuşaktan diğerine aktarılarak kendi içerisinde bir ödünleme mekanizması oluşturur. Örneğin, geleneksel ailelerde çocuğun kendine özgü bir duygusal dünyası olabileceği pek kabul edilmez. Böyle bir ortamda yetişen çocuk da özerkliğini gereğince kazanamaz, girişim yeteneğini ancak törelerin hoşgördüğü oranda geliştirebilir. Yetişkin dönemine ulaştığında çağdaş beklentilere uygun bir otorite olamaz. Bu nedenle, ana-babasından görmüş olduğu, her şeyi bilir görünen, eleştiriye kapalı ve kısıtlayıcı otorite tutumlarını benimsemek zorunda kalır. Böylece, kuşaktan kuşağa aktarılan ilginç bir süreç yaşanmaya başlar. Çocukluk haklarını gereğince yaşayamamış olan kişi, o dönemde karşılanmamış isteklerini, yetişkinliğe ulaşıp ana-baba olduğunda çocuklarına yöneltmeye başlayabilir. Bu durumda ise ana-baba ve çocuk rolleri yer değiştirir. Çocuk, ana-babasının çocuksu isteklerine katlanmak, bazen de bu istekleri karşılamak durumunda kalır.
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.