Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Ne güzel cahildik, Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı. Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç! Dışarıda kar... Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki. Kuzinenin üzerinde demir maşa... Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri. Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu... Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli. Ekmek her zaman ekmek
ÇIĞLIK ÇIĞLIĞA Seni sevdiğimi anladığım günden beri Sesler değişti, renkler değişti Yüzümdeki çizgiler başkalaştı Geçmişim değişti, oyunlaştı Yeşilin ortasında gelincik gibi İnceleşti, yabancılaştı
Reklam
ÇOCUKLAR GİBİ Bende hiç tükenmez bir hayat vardı Kırlara yayılan ilkbahar gibi Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı Göğsümün içinde ateş var gibi Bazı nur içinde, bazı sisteyim
Seni de vururlar bir gün ey acı.. Uçuşup durduğun kanatlarından Sazın sözün türkülerin tükenir Ellerin koynunda kala kalırsın Şakaklarına kar yağıyor bilesin ey acı Gül açan yüzlerimizde Göğeriyor rengin senin de Biz seni ta eskilerden tanırız Hani göğüslerimize taş olur inerdin Avuçlarımızda Hira dağıydın Al atların tan yerine ayarlanmış
Acı seni de vururlar bir gün ey acı uçuşup durduğun kanatlarından sazın, sözün, türkülerin tükenir ellerin koynunda kalakalırsın
“…gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli ermeni grup, hocalı’nın 1 kilometre batısında bir yere 2 mart günü 100 azeri ölüsünü getirip yığdı. son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. başından ve elinden yaralıydı. yüzü morarmıştı. soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hala yaşıyordu. çok az nefes alabiliyordu. gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. o sırada tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. sonra tüm cesetleri yaktılar. bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. yapabileceğim bir şey yoktu. ben şuşa’ya döndüm. onlar haç’ın hatırı için savaşa devam ettiler.” Daud Kheriyan- Haçın Hatırı (26 Şubat 1992 senesinde Azerbaycan'ın Hocalı kasabasında gerçekleştirilen katliamda KARNI YARILARAK ÖLDÜRÜLEN ANNELER VE BEBEKLER ANISINA, DERİSİ YÜZÜLEREK DENEY YAPILAN ÇOCUKLAR ANISINA, DAHA NİCE İNSAN OLANIN AKLININ VE VİCDANININ ALAMAYACAĞI İŞKENCELERE MARUZ KALAN MASUMLAR ANISINA... )
Reklam
Bir yanardağ söndü. Devrildi bir çınar; ışığın türkücüsü öldü. Sadece Çukurova değil, ölüm orucundaki tutsak, pamuk tarlasındaki ırgat, gecekondudaki Roman, ayazda sabahlayan çocuk da dağdaki eşkıya da yetim kaldı. Kütüphanelerimizin üstüne bir kara bulut indi. Yer Yaşar, gök Kemal şimdi… *** 2000’de, yeni binyılın kundağında ölmeye yatmış
CENAZE MERASİMİM Bizim avludan mı kalkacak cenazem? Nasıl indireceksiniz beni üçüncü kattan? Asansöre sığmaz tabut, merdivenler daracık Belki avluda dizboyu güneş ve güvercinler olacak, belki kar yağacak çocuk çığlıklarıyla dolu, belki ıslak asfaltıyla yağmur. Ve avluda çöp bidonları duracak her zamanki gibi. Kamyona, yerli gelenekle,yüzüm açık yükleneceksem, bir şey damlayabilir alnıma bir güvercinden; uğurdur. Bando gelse de, gelmese de çocuklar gelecek yanıma, meraklıdır ölülere çocuklar. Bakacak arkamdan mutfak penceremiz. Balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla. Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar. Avludaşlarım, uzun ömürler dilerim hepinize... NAZIM HİKMET
ÌNSAN OLABÌLMEK Gel oğlum. Kalk bakalım tahtaya, sana bir sorum var. – Buyurun, sorun öğretmenim – Canlılar kaça ayrılır? – Dörde ayrılır öğretmenim. – Bana yanlış gibi geldi ama say bakalım. – Bitkiler, Hayvanlar, İnsanlar, Çocuklar… – Çocuklarda insan değil mi oğlum? – Haklısınız, o zaman canlılar üçe ayrılır öğretmenim. – Peki, şimdi yeniden say bakalım. – Bitkiler, Hayvanlar ve Çocuklar… – Oğlum, insanlara ne oldu? – Kalplerinde sevgiyi yeşertip düşünebilenleri hep çocuk kaldılar, diğerleri de hayvanlaştılar öğretmenim... Alıntı...
Çocukluğumu istiyorum ben , Saklandığım köşe başlarını, Dizlerimdeki yara kabuklarını... Çocukluğumu istiyorum ben, Koşarken yediğim salçalı ekmeği, Kaybettiğim son bilyemi, Devirdiğim kiremitleri... Kağıttan yaptığım gemileri istiyorum ben... Mızıkçılık yapmak istiyorum bu oyunda, "Bana ne" diyerek arkamı dönmek, Omuzlarımı
Reklam
Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında dünyayı çocuklara verelim kocaman bir elma gibi verelim, sıcacık bir ekmek somunu gibi hiç değilse bir günlüğüne doysunlar bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı sevgiyi çocuklar dünyayı alacak elimizden ölümsüz ağaçlar dikecekler -Nâzım HİKMET 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Kutlu Olsun...
GERMİNAL (Maden işçilerini anlatan en önemli bir romandır) Bonnemort Baba’nın dokuz kişilik ailesinde çocuklarla birlikte beş kişi çalışıyor, ama eve getirilen para ailenin karnını doyurmaya bile yetmiyor. Her gün sabahın 4’ünden öğleden sonra 3’e kadar, yerin 554 metre derinliğine ilerleyen açgözlü kuyu, o günkü nafakası olan işçileri yutuyor. İşçiler o dar karınca yuvasında, toprağın dört bir yanını oyup, onu kurt yeniği içindeki bir tahta gibi delik deşik ederek didinip duruyorlar. Madenden dönüldüğünde, temizlik, ortadan kesilip leğene dönüştürülen bir fıçı içinde, sonunda mürekkebe dönüşen aynı suda yıkanarak gerçekleşiyor. Çocuklar ikişerli yatıyorlar ve aynı odayı paylaşıyorlar. 15 yaşındaki Catherine, gelişmemiş sıska vücuduyla, hastalıklı dişetleriyle, madenci kıyafetleriyle, bir kızdan çok, tam bir oğlan çocuğuna benziyor. EMİL ZOLA
“O günlerde Nazım, Çankırı Hapishanesi’nde kalıyordu.Nazım Hikmet, Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcılı ile birlikte aynı yerdeler. Nazım Hikmet sevgilim ya, ben de onu ziyarete giderken süslenip oüsleniyorum. Üzerimde Avrupa’dan aldığım kürküm, takma kirpiklerim, başımda gösterişli bir şapka. Çankırı ise köy gibi bir yer. Az gelişmiş, yoksul bir Anadolu kenti. Çankırı’da hapishaneye giderken çocuklar peşime düşüyorlar, “Tango, Tango” diye arkamdan bağırıyorlar. Ben hiç aldırmıyorum. İçim içime sığmıyor.Sevgilimi göreceğim.Nazım. Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı beni küçücük köhne hapishane odasında karşılıyorlar.Orta yerde minicik, dört köşe bir masa var. Üstüne pembe bir kağıt sermiş ve süslemişler böylece masayı. Oturup konuşuyoruz. Dört tane yumurta kırmışlar bir sahana. Orta yere getiriyorlar.Bir de çilek reçeli var küçük bir fincanda.Onu Nazım’la benim arama koyuyorlar.Ben de –yahu ne anlayışsızmışım- sanki hiç reçel yememiş gibi,Nazım’la birlikte o reçeli yiyorum.Bendeki akla bak! giderken bir şeyler götürsene! Onlar sıkıntı, açlık ve kaba saba urbalar içinde, ben kürkler içinde.” Sana Tütün ve Tespih Yolluyorum Füsun Özbilgen, 1985; s.8
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.