Rahmetli dedem Üsküp'lü bir boşnaktı. Boşnaklar, çoğunlukla uzun boylu, sağlam yapılı, kumral ve ela gözlü olurlar. Orada doğmuş okumuş evlenmiş ve 1965 yılında Türkiye' ye göç etmişti. Üsküp, Makedonya'nın başkenti ve en büyük kentidir.
Boşnak idi. Ne midir Boşnak? Tabii güzellikleri kadar, akan kan ve gözyaşıyla kendisinden söz ettiren
DAĞA ÇIKAN KURT
Dağa Çıkan Kurt öyküsü, Milli Mücadele yıllarının panoramasını gözler önüne sermektedir. Hikâyenin başlangıcında yazar, Fransız bir sanatçının şiirinin çıkmasını beklemektedir. Bunun etkisinde kalarak rüyaya dalmaktadır. Rüyasında, işlerin sarpa sardığı bir orman görür. Ormandaki hayvanlar arasında mücadeleler yaşandığını
Sırbistan
sınırına 10 km. uzaklıktaki Boşnak şehri Srebrenica’da yaşayan, adını
bilmediğim bir çocuk sormuş bu soruyu. Ardından da, ne yazık ki, 11
Temmuz 1995 tarihinde yapılan katliamda henüz dört yaşındayken
öldürülmüş.
Dün, Halepçeli çocuk, "Dayê bêhna seva zi tê!" (Anne elma kokusu geliyor!) diyerek kimyasal bombayla annesinin kucağında öldürüldüğünde ümmet olarak hesap sorabilseydik şayet, Bosnalı çocuk bütün masumiyetiyle annesine, "Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?" diye sormazdı. Ve yine İdlib'de kimyasal gazla katledilen çocuklar, bebekler, bugünlere ertelenen hesaplar üzerinden katledilmezlerdi. Üç yaşındaki Suriyeli bebek Aylan Kurdî'nin cesedi sahile vurduğunda ümmet olabilseydik, bugün yaşananların utancını değil izzetini yaşardık! Sahile vuran sadece bir bebek cesedi miydi sizce? Yoksa denizin bebek cesetlerinde kirlerini dışarı attığı insanlık mı? Modern dünya bir bebek cesedinde kıyıya vurdu o gün...
“Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?” sorusu da unutamadığım ve asla unutamayacağım cümlelerden biri. Sırbistan sınırına 10 km. uzaklıktaki Boşnak şehri Srebrenica’da yaşayan, adını bilmediğim bir çocuk sormuş bu soruyu. Ardından da, ne yazık ki, 11 Temmuz 1995 tarihinde yapılan katliamda henüz dört yaşındayken öldürülmüş. Ben bu çocuğun annesine sorduğu soruyu 11 yıl sonra, Fikret Bila’nın Milliyet’teki yazısında okudum. Yerimden hiç kımıldayamadım okuyunca. Soluğum düğümlendi sanki, kanım çekildi, kulaklarım uğuldadı, aklım gitti gitti geldi ve ben bütün bunların ortasında durup bir zaman boşluğa doğru boş boş baktım. Bir an, bütün anlamlar anlamsız göründü gözüme, her şey yetersiz, her şey boş ve gereksiz göründü. O gün, sabahtan akşama dek hiçbir şey yapamadım tabii; burnumdan soluya soluya, allak bullak bir yüzle evin o köşesinden bu köşesine gezindim durdum. Hem geride bıraktığımız, hem de içinde bulunduğumuz yüzyılın boynuna asılmış kocaman bir ağırlıktı bu soru. Bize bizim suretimizi gösteren çocuk sesinden yapılmış bir aynaydı, dünyanın tepesine düşmüş dünyadan büyük bir dağdı, saftı, derindi, yalındı ve bir o kadar da acıtıcı, bir o kadar da ürkütücüydü.