Çukurova'da bahar harikadır! Gök masmavi, kırmızı topraklar yemyeşildir! Çukurova'nın bereketli toprağına dört kilo çiğit at, seksen kilo kütlü, yani tohumlu pamuk versin!
Yanıyor yüreğim, diyordu Sofi, demircilerin ocağı gibi. Bir kötü kıydı bir yiğide. Bir sinek yedi bir kartalı. Bir tilki boğdu bir aslanı, bir serçe aldı bir doğanı... Bunu da dağlara söyledim, ala karlı Ağrı Dağı'na... Sen Ağrı Dağısın dedim, sen bunca yaş yaşadın, sen hiç böyle bir şey duydun gördün mü, şu Çukurova' da insanlar sıcaktan yanar, kuşlar gibi ağızları açık solurlarken, bir kedinin bir kaplanı yediğini duydun mu, bir pirenin bir atı yuttuğunu?
"Allahm
güzel adamı, sen doğru söylüyorsun. Eden
bulmalı. İşte böyle Ferhat Hocam, şahinim geldi
böyle oldu. İşte böyle eli top ışıklım, Hocam,
ermişim, işte böyle... Daha neler, neler olacak
şahinim burada uykudayken. Yeter ki onun
gölgesi eksik olmasın Çukurova düzünün
üstünden. İsterse kıyamete kadar böylece,
sümüğünü çeke çeke uyusun. Onun gölgesi bize
yeter. Eden bulacak. Yeter ki toprağımıza bir
şahin gölgesi düşsün. Bir gölge... Yeter ki millet,
onun ayağının Çukurova düzüne bastığını bilsin.
Yeter. Dağları deler yol eyler. Köylü milleti ne
kadar korkaksa, o kadar yiğittir. Yeter ki sırtını
dayayacak bir şey bulsun, çavdar sapı da olsa
olur. Eden bulur."
Sana bana vatanıma ülkemin insanlarına dair
Telgrafin tellerini kurşunlamalı’’
Öyle değildi bu türkü bilirim
Bir de içime
-Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen-
Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek
Bazan gelmesi beklenen bazan ansızın çıkagelen
Haberler bilirim mektuplar bilirim.Gamdan dağlar kurmalıyım
Kayaları