Değirmenci ailesinin mutfağı evde devam eden bir yaşam olduğuna dair tek kanıttı. Fevzi bey, her sabah olduğu gibi, elindeki gazeteye dalmış, okuduğu sayfayı resmi ilanlarına kadar hatmettikten sonra onun yaşındaki insanlara has çevik bir el hareketiyle arka sayfaya geçmiş ve kahvaltı sonrası yaktığı ilk sigarasını yine küllükte unutmuştu. Şükran
Necip G.
Hikaye Adı : Mutfak
Link: #32154078
Ressam : Chagall
Değirmenci ailesinin mutfağı evde devam eden bir yaşam olduğuna dair tek kanıttı. Fevzi bey, her sabah olduğu gibi, elindeki gazeteye dalmış, okuduğu sayfayı resmi ilanlarına kadar hatmettikten sonra onun yaşındaki insanlara
Tansu Çiller Japonya'ya gitmiş. Japon erkânıyla konuşacak. Orada çok iyi yetişmiş Türkologlar var. Tercüman var. Tansu Hanım demiş ki, "Ben İngilizce konuşacağım" Japonlar bozulmuş, çünkü bu konuda çok hassaslar. Orada İngilizce eğitim falan yok.
Anna Karenina'da beyler kadınların eğitim almasından bahsederken bu nazik konuyu hanımların yanında konuşmayalım derler.
Gurur ve Önyargı'da kadınların resim, müzik gibi alanların dışında uğraşları olması veya bu dallara karşı ilgileri olmaması garip karşılanır.
Ve Japonya'da yüzyıllar önce yaşamış bir kadın hemen hemen aynı şeyleri anlatıp hala
2 Temmuz 1993'te Sivas'taki Pir Sultan Abdal Şenlikleri kapsamında Aziz Nesin ve pek çok aydın isim şehre gelmiş, ve Madımak Oteli'nin önünde biriken radikal dinci kalabalık saatlerce "Şeriat isteriz," "Sivas Müslümandır Müslüman kalacaktır," "Sivas, Aziz'e mezar olacaktır," şeklinde sloganlar atmışlar; ardından da
Küresel Güçlerin Döviz ve Ambargo Oyunları İle Kurumları, Hükümetleri ve Dünyayı Manupüle Etme Çabaları Hakkında (2)
1997 Yılının 4 Nisanında Hakk’tan emri alıp uçmağa varınca Başbuğ
Onun yanından hiç ayrılmamış, her çileye katlanmış, her türlü cefayı beraber göğüsleyip, davayı omuzlamış her devirde MDK, MKK ve MYK’sında yer almış, Başkanlık
SUSURLUK ÜZERİ AZ 28 ŞUBAT!..
Bana da bu “Sedat Peker ne diyor, ne yapıyor, nedir bu olay hocam?” diye soranlar var.
Ben olayların kralını 17- 18 yaşlarında fiilen yaşadığım için “olayın kendisini” önemseme konusunda biraz tutumluyumdur.
Bir meslek alışkanlığı olarak da “nedenlere ve sonuçlara” bakarım.
Peki hadi bakalım o zaman...
Sedat
Genç okuyucular" için belirtelim. Dallas diziler içinde bu toplumun ilk "göz ağrısıdır"! Bizim yaştakilerin çocukluğuna denk gelen bu diziyi, niçin ısrarla ve merakla izledik? Yayınlandığı saatlerde, ekrana kitlenmeler yüzünden hırsızlık vakalarının arttığını gazetelerden okurduk. Elektrik kesintileri ve o dönem renkli televizyonu olan azınlık yüzünden ziyaretler yoğunlaşırdı. Ceyar'ın vurulduğu bölüm, dünyada olduğu gibi bizde de "tek mevzu" oldu. Malatyalı iki genç kızın uğrunda evden kaçarak "Dallas'a gitmek istiyoruz" dediği bu dizi neydi? Dallas'ı niye sevdik? Sevdik mi? Niye ilgilendik?...
Dallas'ın en önemli özelliği kötü adamın kendini sevdir-mesiydi. Çünkü Ceyar gerçek anlamda bir işadamıydı. Başarıya ulaşmak için her yolu deniyor ve sonunda başarıyordu. Başardığı için de halkımızda derin bir sempati yaratmıştı. Sonradan çok duyacağımız "Ulan çaldı çırptı ama çok iş yaptı" sözünde Ceyar imajının da etkisi oldu. Sosyal billn-çaltındaki hükmetme, sahip olma, amaca ulaşmak için her nevi gücü kullanma güdülerini haftada bir kaşıdı Dallas. "Kötü ruhu" besledi. Bu yönüyle 24 Ocak ve 12 Eylül'den geçmiş toplumu "çal, çırp, köşeyi dön" felsefesinin pratiğine hazırlayan açık öğretim işlevi gördü. "Özal'lı yılların" uygulamalı ve heyecanlı bir ön göstergesiydi. Ve Ceyar, rahmetli Tontonite'ye çok benziyordu. Yasa tanımaz ve iş bitirici. Çiller, aynı familyanın dişisi ve beceriksizi...