Ben kimdim? Hikmet. Hayır ben değildim; o,
Hikmetti. Vitrine bakıyordu, gömleklere bakıyordu.Yanından geçen kadınların, başlarını
çevirerek kendisine bakacağını sanıyordu. Ellerine baktı: Kirliydi. Gömleği de kirliydi. Yeni
kararlar alıyordu, galiba artık yıkanmalıydı,çünkü gömlekler kirleniyordu. Elini cebine soktu.O cebine değil.(O cebinin delik olduğunu biliyordu.) Paraları sol cebindeydi. Bir gömlek alabilirdi. Öteki elini de yırtık cebine soktu, kamburunu çıkardı. Hikmet oldu. Kadınlara bakmaktan vazgeçti. Elma kabuğuna bir tekme attı. Kadınlara bakmıyordu; çünkü kadınlar da, gömleği bir kuyruk gibi arkasından çıkmış ve elleri kirli ve ayakkabıları tozlu ve üstelik bir cebi delik ve elma kabuğuna tekme atan Hikmetlere bakmazlardı. Olsun, diye düşündü, başka çaresi olmadığı için. Saçı, gözüne giriyordu. Belki Hikmetler, karışık saçlarla güzel olmuyorlardı. Elini arka cebine attı; önce takvim - defteri çıktı (Bütün sayfaları boştu, biliyordu.) Sonra, cüzdanı geldi eline. Tarak dipteydi, yan yatmıştı. Tozlu saçların arasında tarak, işini zorlukla yaptı. Vitrine baktı: Güneş bir bulutun arkasına
girmişti; herhalde taranmıştır diye düşündü. Yırtık olmayan cepteki buruşuk paralar çıkarıldı, cüzdana özenle yerleştirildi. İyi giyinen bir arkadaşı söylüyordu: Ceplere hiç bir şey koymamalıy-mış. Belki biraz kâğıt para, o kadar. (Peki, cepler neden var?) Ben bir torbayım galiba, diye düşündü. (Şimdi biraz düzeldim fakat kadınlar, nedense, bu değişikliğin farkına varmıyorlardı: Sanki bir işleri varmış gibi ciddi ve başları yukarda, hızla yanından geçiyorlardı.) Ayakkabılarını yere vurdu, tozlar biraz azaldı.