Ah biz nice ölümlerden döndük bilemezsiniz Biz hakkını verenler aşkın, güzelliğin Biz gerçek inanmışlar, o altın yürekliler Biz hiçe sayanlar yaşamayı bir aşk için Bıçaklar saplayın bağrımıza kanımız akmaz Bırakın bizi bu karanlıklarda yalnız, gidin Yeni açmış güllerle, vahşi beyaz atlarla Biz o sevenler asırlardır doludizgin Kül olmadan yanar yüreğimiz ateşlerde Bir aşkımız var öyle büyük öyle derin Ve bir sırdır güzelliğimiz göremezsiniz Bütün gözler yalancı, bütün aynalar çirkin Biz hakkını verenler aşkın, güzelliğin Biz o sevenler asırlardır doludizgin
Sayfa 547 - Everest Yayınları / 17. Basım
Gözleri güzelleştikçe görmekte zorluk çekiyor. Hayır, bu cümle yanlış oldu. Gözleri güzelleştikçe görmekte zorluk çekmiyor. Hayır, bu cümle de yanlış oldu. Gözleri güzelleştikçe görmekte zorluk çekiyor ama zorluk çekmiyor, mutlu. Dün sadece yaprakları göremiyordu, bugün ağacın da farkında değil. Dün sadece balıkları göremiyordu, bugün denizi de kaybetti. Dün sadece kuşları göremiyordu, bugün gökyüzü de yok penceresinde. Parçaları kaybolsa da yapbozun o hep aynı güne perdelerini açtığını sanıyor. Bir süre sonra perdelerin açık ya da kapalı oluşu da önemini kaybedecek. Gündüzü takip eden gece, bileklerine kelepçeyi takıverecek ıssız bir yerde. Anahtarını denize atacak ama deniz nerede! Anahtarını un ufak edip gökyüzüne savuracak ama nerede gökyüzü! Karanlığın krallığına başkaldırmayacak mı? Hayır, gözlerine sürme çekmeye devam edecek, karanın içinde kaybolsa da kara. Gözler karanlığa alışınca inletecek ortalığı gecenin tellalı: "Duyduk duymadık demeyin! İnsan karanlığa da alıştı! "
Reklam
Ruhum ve ben, yıkanmak için büyük denize gittik. Kıyıya vardığımızda, gizli ve ıssız bir yer aramaya koyulduk. Ama yürürken, kül renginde bir kayanın üstüne oturmuş bir adam gördük. Torbasından bir tutam tuz alıyor ve denize atıyordu. “Bu karamsar biri,” dedi ruhum, “gidelim buradan. Burada yıkanamayız.” Denizin küçük bir girinti yaptığı yere
Bakara Suresi
Hani bir zamanlar sizin için denizi yarıp, sizi kurtardık da , Firavun'un adamlarını suda boğduk,siz de bakıp duruyordunuz. 50.ayet
... "Ben eskimeyen tek güzelliği sende gördüm Sende buldum erişilmez hazları Yanında sıyrıldım korkulardan, yalanlardan Duyguların en ölmezini sende duydum Susuzluğum dudaklarında dindi Yalnızlığım ellerinde Çoğu gün unuttum açlığımı Sende doydum.."
- Ey, dedim, ne diyecektim? Yoksa topal martının mı matemini tutuyorsun? Önce kafasını gösterdi: - Kafa dediğin eskir, ihtiyarlar, ölür bile insan öl- meden, dedi. Sonra kalbini gösterdi: - Eskimeyen, eksilmeyen şey buradadır. Sustu. Koca adam, barut gibi adam, köyde kimse- nin sevmediği, hoşlanmadığı adam. Ölüsünü burada bulunca ağladım, dedi. Sen hani geçen balığa gelişimizde hastalanmıştın, ben de öyle hastalandım. Balık tutmadan döndüm. Her tarafım kıyılıyordu. Eve gittim yattım. Sabahleyin ağzım zehir gibi uyandım. Dolapları karıştırdım, bir ilaç ararmış gibi. Bu tülü buldum taktım. Çengel gibi parmaklarıyla siyah bezi yakasından söktü, denize attı. -Bu da deliliğimizin bir başka türlüsü, dedi. Deniz mi bizi böyle eder, nedir? Aç şu şişeyi. Fincanın içine rakıyı koyduk. Gözünden bir damla yaş düştü berrak, keskin kokulu suya. Göğsüne vurdu. - Bu yürek, bizim yüreğimiz, bir tahtası eksiklerin yüreğidir, dedi.
Reklam
219 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.