Belki hepimizin içinde vardı birer Kafka... Bazılarımız öldürene, bazılarımız yok sayana, bazılarımız da umudunu kesene kadar!
O değil de ıspanak yemeğine benziyor aşk. Gerçekten yenebilir bir yemek olman için kumlarından arınman, çok iyi yıkanman gerekiyor. Bir de pişmeden önce kabarık kabarık tencereye sığmayan sen, pişince bir avuç kalıyorsun...
Yok! Olmadı... Kafka kadar siyah bakamıyorum, Kafka kadar morlaştıramıyorum aşkı. Belki de bu yüzden çok durağan ve boğucu geldi bu mektuplar bana... Aşk kırmızı bir dans, beyaz bir bulut, dibi görünmeyen yeşil bir vadi olmalı. Bir de samanlar var tutuşunca, turuncu turuncu... Ama o başka bir konu.
Keşke Milena'nın cevapları da olsaydı ve bu kadar havada kalmasaydı bu mektuplar. Bir Kafka'yı bir Milena'yı görseydik mektuplarda da o duygu daha güzel geçseydi... Yanlış anlaşılmasın, koskoca Kafka'ya lafım yok; aşkın heyecanı, umudu, beklentisi, zamanla sıradanlaşması, korkuları, hayal kırıklıkları, umutsuzluğu, vazgeçişi, kaybedişi ve kapanışı sırasıyla ancak bu kadar naif ifade edilebilirdi. Ama Milenasız bir Kafka, tek başına bu aşkı yaşatamıyor koskoca kitapta.
Yani hem beğendim hem de biraz boğuldum. Belki de Milena'yı kıskanmışımdır. Bir Milena olmak vardı şu hayatta... Aşkta heyecan, aksiyon aramıyorsanız okumaktan keyif alacağınız bir kitap, keyifli okumalar.