Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Doğukan

Doğukan
@dogukanteber
28 okur puanı
Mart 2019 tarihinde katıldı
Henüz ahlaki değeri olmayan, tembel olmaya eğilimli, aklı başka yerlerde olan çocuğa bir takım kurallar öğretilmeye çalışılır; özgür irade teorisi ile çocuk özgür yetişsin diye de tamamen iradesiz kılınırsa hiçbir işe yaramayan insanlar yetişir.
Reklam
Katıksız mutluluk kaynağı, en asil ve en enerjik duyguların mimarı şudur: Kendi gücünü hissetmek, iyi eğitilmiş bir insan olmak, çevresine ve ülkesine büyük hizmetler vermek için muhteşem bir şekilde hazırlanmış olmanın gururu. Özgürleşme adına verilen bu savaşta başarısızlıklar da başarılar kadar değerlidir. Fakat genel görüşlerden uzaklaşma zamanı artık. Belli iradelere belli davranışları iliştirmek, monte etmek mümkün. Tersine, istenmeyeni bozmak da mümkün. Buradan da şunu anlıyoruz, insanın kendi kendine iradesini terbiye etmesi mümkün.
En küçük eylemler sayısız kez tekrarlandığında sebepleriyle birlikte devasa sonuçlar oluşturur.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Tarih içimizde, bilincimizin en diplerinde yaşamaya devam eder. Milletimizin yeniden yücelmesini isteriz. Sorun şu ki bunun için pek azımız elini taşın altına koyar. Türklüğü ancak daha çalışkan, daha akıllı, daha ahlaklı, daha özgürlükçü, daha üretken insanlar olarak yüceltebileceğimizi pek az düşünürüz. Kendi kavimlerimizi ancak daha iyi ve daha erdemli insanlar olabilirsek yüceltebiliriz. "Türklüğü aşağılamak"tan söz ediliyor. Peki ya darbe imalarında bulunan bir emekli general, devleti soymayı alışkanlık haline getirmiş müteahhit, komisyon ve rüşveti hak telakki eden bürokrat, farklı görüşleri üniversite bünyesinde istemeyen bir rektör ne yapıyor?
Ortalama Türk insanının bilinçaltının "şanlı tarih, yedi kıtada at koşturan büyük devlet" avuntusuyla mayalandığını sanıyorum. Büyük bir kültürel mirasın üzerinde oturduğumuz, büyük bir medeniyetin devamcısı olduğumuz halde, bugün bu gerçek, sadece bir teselliden ibaret. O dinamikleri yeniden üretecek, dünyaya kendi yerli hazinemizden hareketle yeni sözler söyleyecek bir dil ve coşkunun çok uzağındayız. Lise mezunu gençlere bir sorun bakalım, kaçı size Yunus'tan ezbere birkaç dize söyleyebilecek? Cehalet, bütün ülkeyi kanser hücresi gibi kemiriyor.
Reklam
Konuşma dilini simgeler etrafında inşa etmeyi bırakarak, ikonlar yaratıp onlara kutsallık atfetmekten vazgeçerek işe başlayabiliriz. Bizim gibi olmayanı cadılaştırmayı, fikirlerini beğenmediklerimizi hain ilan etmeyi bırakabiliriz. Kızmadan, bağırmadan karşımızdaki insanı dinleyebiliriz.
Bize çılgın Türkler gerekmiyor artık, bize aklı başında, çalışkan, efendi, dinlemeyi ve konuşmayı bilen Türkler gerekiyor.
Ekran, bizi seyirci kılar, seyirci eylemi peşinde koşan kişi değildir, "Seyirciye dönüşen varlığımız herhangi bir eylemde bulunma imkanımızı felce uğratır."
Hayatın her alanında gittikçe daha çok seçim fırsatına sahip olmak, aslında fark ettiğimizden daha çok kaygı yaratıyor. Seçmek zorunda kalmak bazen iradeleri felç ediyor. Bolluk, seçmeye harcanan mesaiyle yakın insan ilişkilerini çalıyor. Böylece özgürlüğün köleliğine yakalanmış oluyoruz. Aralarında seçim yapabileceğimiz o kadar çok şey var ki, insan olmaya ayırdığımız zaman azalıyor. Seçme şansı çok, ama mutluluk az.
Günümüzde artan refah ve özgürlüğe karşın, bir bedel olarak, sosyal ilişkilerimizin niceliğinde ve niteliğinde azalma yaşıyoruz. Daha çok kazanıp daha çok harcıyor, fakat diğer insanlarla daha az zaman geçiriyoruz. Gittikçe yalnızlaşıyoruz. Oysa zaman, mutlak biçimde sınırlı bir kaynaktır. Teknoloji zaman kazandıran icatlar yapadursun, zamanla ilgili sınırlılıklarımız giderek artıyor. Modern uygarlık, "eşyadan yana zengin, zamandan yana yoksul" bireyler üretiyor.
Reklam
Lisedeydim. Bir arkadaşım bana bir saat hediye etti, taktım eve gittim, bahçedeyiz… Akrabalar var. Saat dikkatlerini çekti ben de, “Arkadaşımın hediyesi.” dedim. Teyzelerden biri; ─ Nasıl arkadaşmış o, kimse kimseye durup dururken hediye almaz, bak bana alan var mı? dedi. İnsanımızın sevgi anlayışıyla bilinçli olarak ilk o gün yüz yüze
Paranın hayattaki yeri nasıl da güzel özetlenmiş
İnsan toplulukları ve aileler en baştan beri onur, sadakat, ahlak ve sevgi gibi "paha biçilemez" inançlar üzerine kurulmuştur. Bu şeyler piyasa alanının dışındadır ve parayla alınıp satılmamalıdır. Piyasa bunlara iyi bir eder biçse bile bazı şeyler mümkün değildir. Ebeveynler çocukların köle olarak satmamalı, inançlı bir Hıristiyan ölümcül bir günah işlememeli, sadık bir şövalye asla lorduna ihanet etmemeli, kabilenin ata yurdu asla yabancılara satılmamalıdır. Bir baraj duvarındaki çatlaklardan sızan su gibi para hep bu bariyerleri aşmaya çalışmıştır. Ebeveynler çocuklarının beslenme ihtiyaçların karşılayabilmek için bazı çocuklarınıııııııııııııııı köle olarak satmak zorunda kalmıştır. İnançlı Hıristiyanlar öldürülmüş, malları ellerinden alınmış, aldatılmış ve bunlardan elde edilenlerle de kilisenin affı satın alınmıştır. Hırsı şövalyeler bağlılıkların en çok para verene sunarken, takipçilerinin sadakatini de gene parayla sağlamaya çalışmışlardır. Ata yurtları, küresel ekonomiye dahil olabilmek için dünyanın öbür ucundan gelen yabancılara satılmıştır.
Sayfa 190Kitabı okudu
İnsanlar birbirlerinin anlamadığı dilleri konuşmaya, farklı hükümdarlara itaat etmeye ve farklı tanrılara tapmaya devam ettiler; ancak hepsi altına, gümüşe ve altın-gümüş paralara inanıyorlardı.
Sayfa 189Kitabı okudu
Büyük ölçekli politik ve toplumsal sistemlerin kurulmasına yol açan çiftçiliğin yarattığı baskının çok geniş etkileri vardır. Azimli ve çalışkan çiftçiler, ne yazık ki, o günkü çalışmalarının karşılığı olarak ulaşmak istedikleri ekonomik güvenceye neredeyse hiçbir zaman ulaşamadılar. Her yerde ortaya çıkan yöneticiler ve seçkinler, köylülerin emeğiyle ürettiği fazla gıdayla beslenip, çiftçileri de zar zor hayatta kalabildikleri bir yaşama mahkum ettiler. El konan bu yiyecekler siyaseti, savaşçıları, sanatı ve felsefeyi canlandırdı. İnsanlar saraylar, kaleler, anıtlar ve tapınaklar inşa ettiler. Geç modern çağa kadar insanların yüzde 90'ından fazlası, her sabah erken kalkıp ter içinde kalana dek çalışan köylüler olarak yaşıyorlardı. Ürettikleri fazla gıda, tarih kitaplarını dolduran küçük bir seçkin azınlığı doyuruyordu: krallar, bürokratlar, askerler, rahipler, sanatçılar ve filozoflar. Tarih çok az insanın "yaptığı", geri kalanların da tarla sürdüğü veya su kocaları taşıdığı bir şeydir.
Sayfa 111Kitabı okudu
Ne tuhaf. Gıybet hariç bütün temel günahları tek tek avlamaya çalışırlar. Şarap içeni yerden yere vurup zina edeni taşlamayı bilirler. Dolandırıcılık yapmanın, yetim hakkı yemenin, hırsızlık etmenin, komşunun karısına göz dikmenin... her kusur ve kabahatin cezası toplum tarafından kabul görür de, başkaları hakkında uluorta konuşmanın bedeli neredeyse hiç önemsenmez. Oysa gıybet etmek, yani o anda orada bulunmayan bir insanı çekiştirmek, bilip bilmeden onun hakkında ileri geri laf sarfederek yakıştırma ve suçlamalarda bulunmak, bedeli ağır bir günahtır. Bunu görmüyorlar mı?
Sayfa 278Kitabı okudu
57 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.