Sözlerle anlatılabilir mi, bir acının derinliği... Konuşabilir miyiz, hissedemediklerimizi... Romeo ve Juliet gibi delicesine sevmişsek birini.
Tarih boyunca iki düşman aileye mensup, sevgililerin ölümsüz aşkları dolanmıştır dilimize. Aslı ile Kerem, Leylâ ile Mecnun misâli. Romeo ve Juliet'de ailelerin düşmanlığına rağmen, baş koymuşlardır aşkın
Platon tarafından Sokrates'in ölümünden sonra yazıya aktarılan; Sokrates'in tarihi savunması, evrensel ve her daim güncelliğini koruyan bir metin.
Hiçbir zaman bitmeyen güç çekişmelerine güzel bir örnek.
Sokrates, deneyimleri sonucunda, işlerini en iyi yapan zanaatkârların, sanatçıların ve en bilge görünen insanların bile, kibirlerine yenik düşerek, bilgeliklerini gölgede bıraktıkları sonucuna varır ve gidilmesi gereken tek doğru yolun, gerçek bilgi ve erdem olduğunu işaret eder.
Sokrates, yeni yeni tanrılar icat etmekle, var olan tanrılara inanmamakla ve gençleri yozlaştırmakla itham edilir.
Oysa onun derdi sadece öğrenmek ve öğretmekti.
Ben, ben, ben demekten öteye geçemeyen; egosundan burnunun ucunu göremeyen, iftiralarla kendisine cephe alan, kendisini itibarsızlaştırmaya çalışan ve site halkını galeyana getirenlere inat, bildiğinden saşmaz Sokrates. Herkes kendine yakışanı yapar diyerek devam eder yoluna.
Elbette çok düşman kazanır o kadar ki, hakkındaki asılsız ithamlar artarak devam eder.
Çünkü "hiçbir başarı cezasız kalmaz."
Peki tüm bunlar umrunda mıydı Sokrates'in, elbette değildi; O gerçek bilgeliğin peşindeydi ve bunu öğretmeye devam etti yaşadığı müddetçe.
Orada olsaydım Sokrates'e şöyle söylerdim: Savunma yapmana gerek yok Sokrates çünkü seni zaten yargılamadan infaz edecekler, senin hakkındaki asılsız iftiralara sorgulamadan inanan insanlar onlar. O da muhtemelen beni dinlemez savunmasını yapar, bildiklerini öğretmeye devam ederdi.
İşte bu yüzden birileri yalnızca birileriyken, o Sokrates! :)
Kitap hakkındaki daha detaylı yorumumu dinlemek isterseniz: youtu.be/MgRgm4A4fl4
Bende siyasetin değişmesini istedim. Ama bu şekilde değil. Ekonomik olarak en kötü dönemi yaşamış olmamıza rağmen Erdoğan’a oy attım evet. Vicdanım da çok rahat. Erdoğan’a oy vermiş birisi olarak benimde “değişim” isteğim vardı. Ama Kılıçdaroğlu, koltuk sevdasına mağlup olmak zorundaydı. Çünkü siyasi tarih açısından baktığımızda, dünyanın her yerinde Erdoğan gibi güçlü bir lider pozisyonundaki birisi, Kılıçdaroğlu gibi birine kaybetmez. Erdoğan gibi birisi gidecekse eğer daha güçlü birisinin hatta daha tutarlı birisinin olması gerekirdi. Bunu düşündüğüm için Erdoğancı olmuyorum. Ben siyaset biliyorum, dış politikayı biliyorum, kim dost kim düşman onu biliyorum, kim duruş sergiler sergileyemez onu biliyorum, kim bağımlı olur kim bağımsız olur onu biliyorum…
Açın kitaplara bakın, Türk Dış Politikası, Siyasi Tarih, Türk Siyasal Hayatı, Kafkasya Bölgesi. Bu kitapları okuyun açın bakın. Daha niceleri.
Siyaset yaparım, çünkü benim okuduğum okul bunun üzerine. Kimse inkar etmesin olanları.
Meral Akşener Bakan olacağım diye çıktığı yolda vekil bile olamazken masadan kalktı neden Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıktı ona yapılanları gören Muharrem İnce’ye yapılan FETÖ’cü kumpası ( günah keçisi Rusya seçildi.)
Sinan Oğan’ı seçiminden dolayı linç eden kitle.. Değişim böyle gelmez.
"Çember, çemberi çizen için komedi, içindeki içinse dramdır ama eğer biri kendini çember içine almışsa bu trajedidir."
Benim penceremden ise;👇
Iki sekilde Çemberdesindir. Içine alınmışsan cinayettir, ölüme terktir, zulümdür, ölümü seyreden düşman icin eğlence unsuru olabilir. Ama kendini çembere almışsan bu da iki şekildedir. Ya her şeyden tehlikeden kaçıştır ya da dış dünyadan izole seklidir...bir güvendir, korkudur, umuttur çokça da intihardır, ölüm girdabıdır. Bu çember metaforundaki en çarpıcı şey ise saygıdır.nereye gidilirse gidilsin içerisinde olmaktan öteye gidilmeyen kavşaksız bir yer. Diak