... Bazı câmilerde her rekâtta bir sahîfe okunmak sûretiyle otuz gecede Kur'ân hatmedilirdi fakat büyük ekseriyet bu gibi câmilere devam etmezdi, ama bundan daha ağır olanı da vardı. Meselâ Fâtihʼde Sofiyye dedikleri sert bir tarikat vardı. Tuhaf değil mi, yukarıdan aşağıya bembeyaz elbiseler giyen bu tarikata mensup olanların çoğunu çarkçı deniz subayları teşkil ederdi. Hikmeti nedir? Bu yaşa geldim hâlâ öğrenemedim. Makine kuvvetleri fazla olduğundan mıdır nedir, işte bu Sofiyye sınıfı her gece terâvihi baştan aşağı Kurʼan okumak sûretiyle kılar ve sabah namazına bağlarlarmış. Kur'ân-ı Kerim'i böyle bir solukta ezberden okuyan, hem de hiç şaşırmadan, bir harfini dahi atlamadan okuyabilen dini bütün Müslümanlar vardı. bunlara halk dilinde “demir hâfız” denirdi.
... Aklıma hoş bir fıkra geldi: Sultan Mahmud zamanında yaşayan Keçecizâde İzzet Molla merhum, şâir, âlim, nüktedan bir zâttı. Böyle sürat ekspresi gibi terâvih namazı kıldıran bir imama uymuş. Molla merhum pek şişman, karınlı gövdeli bir zât imiş. Acele acele namaz kılarken, bostan dolabı gibi yatıp kalkarken adamcağızın nefesi kesilecek gibi olmuş. Namazın yarılandığı sırada dışarıdan kan ter içinde soluk soluğa biri câmiye girmiş ve Mollaʼnın yanıbaşında durmuş. “Vah vah, vah! Namazı kaçırdık, yetişemedik.” diye kendi kendine söylenmeye, hayıflanmaya başlamış. Yorgunluktan burnundan soluyan Keçecizâdeʼnin kafasının tası atmış, kendini tutamamış. Hemen iki tarafına selam verip namazı bozmuş: “Be birâder! Biz içinde iken yetişemiyoruz. Sen ne söylüyorsun Allah aşkına.” demiş.
Ayrılmak çok zor bazı kitaplardan!
Hele o kitap sayfa sayfa içine işlediyse...
Artık ellerin bıraksa da zihnin, kalbin o kitapla yaşamaya devam edecektir!
Mihmandar
Hicretle başlıyor eser.
Ta o an hissettim eserin sayfalardan yüreğime hicret edeceğini!
Hz. Peygamber ile bir yolculuk...
"Azıcık sabret, Allah belki sana bir yol arkadaşı