Resulü Ekrem (s.a.v) Efendimiz Lokman Hekim'in oğluna şöyle bir öğüt vermiş olduğunu hikâye buyurmuştur:
“Oğulcağızım! Alimlerin meclislerine devam et, hikmet sahibi kimselerin sözlerini dinle. Çünkü Allah Teâlâ, yer yüzünü ince yağmur ile dirilttiği gibi, ölü bir kalbi de şüphe yok ki hikmet nuru ile diriltir...”
Fahr-i Kainat Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Bana getirilen her salat-u selam, sırat üzerinde bir nurdur. Kim Cuma günü bana seksen defa salat-u selam getirirse Allah onun seksen senelik geçmiş günahlarını bağışlar."
Sırt çantamdan namaz için ayırdığım suyumu çıkarıp bulunduğum yerde abdest alıp oturduğum yerde namazımı kıldım. Namazdan sonra hafiflemiş, kuş gibi olmuştum. Aklıma Peygamber Efendimiz Hz. Muhammet (s.a.v) geldi. Savaşta dahi namazı bırakmamıştı. Savaş meydanlarında cemaat ile kılınan namazlarda etrafına nöbetçi dikerek namaz kıldıklarını hatırlıyorum. Belki şehit olacaktık, belki de gazi, her şey olabilirdi.
Peygamber (S.A.V) Efendimiz ile görüşüp ona iman etmiş olan zatlara "Ashab-ı Kiram, Ashab-ı Güzîn" denir, Ashab-ı Kiram’ı görüp onlardan feyz almış olan müslümanlara da "Tabiîn" adı verilmiştir.
Eğer insan namazın şuurunda olsa hiçbir şeyle oyalanmayıp devamlı namaz kılar, Rabbinin huzurunda olmaya doyamazdı ama ne yazık ki bizler gafiliz. Peygamber Efendimiz ise kıldığı namazın şuurunda olduğu için uzun uzun namaz kılıyor, namazı kılarken huşu ile kılıyordu. O, namaz kılarken sanki dünyaya veda eder, âhiret âlemine dalardı..