Mahkumun tam başının üstüne bir ayna asılmıştı.
.
.
Okyanusların cesetleri karaya fırlattıkları gibi ayna da kendisine yansıyan hayalleri geri gönderebilseydi, mahkeme salonu binlerce talihsiz hortlakla doluverirdi.
"Eger emseyüdü senün leb-ü lalünden iskender,
niderdi isteyüp bunca cihanda ab-ı hayvanı"
iskender ve hızır peygamber birlikte lokman hekimin mucizevi ölümsüzlük suyunu aramaya koyulurlar. birlikte zaman kaybettiklerini fark edince ayrılıp ararlar. rivayete göre iskender suyu bulur fakat gaipten gelen ses olduğu yerde suyu bırakıp kimseye de bulduğundan bahsetmemesini tembihler. iskender mecbur dinler sesi.
beyitte de şair sevgiliye hitap ederek "eğer iskender senin lal taşına benzeyen kırmızı dudağından bir kerecik öpseydi bu dünyada ölümsüzlük suyunu neden arasındı" diyor. sevgilinin dudağından bir kere öpmeyi aşığın ölümsüzlük suyunu içmesine benzetiyor.
beni çok etkiledi burada kalsın...
"Masanın üzerinde duruyorum çünkü kendime her şeye sürekli başka açılardan bakmamız gerektiğini hatırlatmak istiyorum. Dünya buradan bakıldığında çok farklı görünüyor. İnanmazsanız çıkın bakın. Hepiniz ... Sırayla..."
"Hiçbir şey öğrenemedin mi daha , ölüm kapındayken bile? İkide bir onu rahatsız edeceğim, bunun canını sıkacağım diye düşünmesene. İnsanların hoşuna gitmiyorsa şikâyette bulunabilirler. Şikâyet edecek cesaretleri yoksa bu onların sorunu."
"Şapkaları çıkarın! Şapkaları çıkarın!" diye bağırıyordu binlerce ağız aynı anda. Sanki kral gelmişti.
O anda ben de korkunç bir şekilde güldüm ve rahibe şöyle söyledim:
" Onların şapkası, benim başım."