Bir oturuşta bitirdiğim ender kitaplardan. Resmen roman sizi içine çekiyor. Toplumsal çözümlemeleri ve cahil bir bireyi suça iten sebepleri ve baskıları öyle bir duyguyla aktarıyor ki Yaşar Kemal kitabı okurken sarsılıyorsunuz. Aslında roman çok gerçekçi yaşadığı hayat gereği bu baskıyı tahayyül edemeyen insanlar için, bir köyde büyüyen bir kişi olarak şunu diyebilirim ki bunlar hiç ama hiç olmayan şeyler değil. Betimlemelerde her zaman ki gibi harika hele bu aralar üst üste Yaşar Kemal okuduğumu da düşünürsek hiç gitmememe rağmen Çukurovayı taşına toprağına kadar biliyorum sanki.
"(...) yaşar kemal 1950'de adana'da bir hapisahane arkadaşından yılanı öldürseler'de işlenen töre cinayeti motifine esin kaynağı olan hikayeyi dinlemiştir. romana ilişkin sorularım üzerine annesini öldürmekle suçlanarak hapse giren on-on bir yaşlarındaki bir çocuktan öykünün gerçek bir olaya dayandığını öğrendiğini açıkladı. çocuk, bir haftadan fazla bir süre konuşamamış. hapishane avlusunda geçirilen vakitlerin birinde y.kemal pişirdiği yemeği çocukla paylaşmayı teklif etmiş ve çocuk o zaman konuşmaya başlamaya çalışmış. ilk başta onun sürekli ağladığını hatırlıyor ve devam ediyor:
-'geçmiş olsun' dedim. sonunda 'annemi öldürmedim ama sana, benim yaptığımı söyleyeceklerdir. ailem beni silahla ileri sürdü ama tetiği onlar çekti. annemi asla öldürmem.' diyebildi. bunları hakime anlatması gerektiğini söyledim ama orada konuşamadığını, ağlamaktan başka hiçbirşey yapamadığını söyledi. 'bunları ben yazarım, sende hakime verirsin ' dedim."
(dr. a. clare brandabur, adam sanat dergisi, sayı 175, haziran 2000, syf.49)