Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Osmanlı devlet adamlarının büyük bir nezaket ve saygı ile Medine'ye yaklaşırken rayların üzeri kalın bir keçe ile döşenmişti. Bununla Peygamber efendimizin mübarek ruhunun rahatsız edilmemesi düşünülmüştür.
Sayfa 452Kitabı okudu
Eşref Bey Beş Türk İle Hindistan'a Gidecekken
Not: Pek haklı ve gayri ihtiyari çetin ve olumlu işlere vatan namına koşan aziz yolcularımızı ancak evimizden mümkün olduğu kadar sessizce teşyi' ederken ben, isyan edercesine, "Eşref Bey, madem böyle ikide bir beni bırakıp bırakıp gidecektin, neden beni aldın?" dememe gayet ciddi bir eda ile "Başkası almadan ben kapayım diye acele ettim. Yanlış mı yaptım?" demesiyle, hepimizi ağlarken kahkahalara boğdurdu. Eşref'in latifeleri de boldu.
Reklam
Söz konusu ihtilaf çok katmanlıdır. Vahakn Dadrian, Richard G. Hovannisian’ın, The Armenian Genocide isimli derlemesinde yer alan (s. 300-01) “Ottoman Archives and Denial of the Armenian Genocide” isimli makalesinde, tüm taraflar gibi hatalı bir şekilde Teşkilat-ı Mahsusa’nın Başkanı olarak bahsettiği Eşref’in, savaş sırasında Ermenilerin
223 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Süleyman Askerî, vatanı için vatanından başka her şeyini isteyerek ve gülerek feda etmiş bir Osmanlı idi!..."Süleyman Nazif - Bağdat Valisi 1911'de adını duyuran, 1914'de Harbiye Nezaretine bağlanan Teşkilat-ı Mahsusa, Osmanlı Devletini parçalamak ve yok etmek isteyen emperyalist devletlerin ve Türk-İslam düşmanlarının faaliyetlerini boşa çıkarmak için vatansever, idealist insanların kurduğu bir teşkilattır. Teşkilat-ı Mahsusa, İttihat ve Terakki'nin iktidardan düşmesiyle 1918'de feshedilmiştir. Ancak bu örgütün üyeleri davalarından vazgeçmemişlerdir. Anadolu'yu işgal eden istilacı güçlere karşı Müdafa-i Hukuk derneklerini kurmuşlar ve Kuva-i Milliye'nin oluşmasına öncülük etmişlerdir. Devletin ve milletin menfaatlerini her şeyin üzerinde tutan ve hayatlarını bu uğurda feda etmekte bir an bile tereddüt etmeyen insanları bünyesinde barındıran Teşkilat-ı Mahsusa'nın ilk başkanı Süleyman Askerî'dir. Askeri eğitimini tamamladık sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde önemli görevler almaya başlayan Süleyman Askerî Bey, Makedonya'daki çete takiplerinde kendini göstermeye başlamış, ilerleyen yıllarda Kuşçubaşı Eşref ile birlikte Batı Trakya'da önemli faaliyetler yürütmüştür. II. Balkan Savaşı sonrasında Bulgarlar ile yapılan İstanbul Anlaşması öncesinde Garbi Trakya Hükümeti'nin kurulmasını sağlamıştır.
Teşkilat-ı Mahsusa'nın Reisi Süleyman Askeri Bey
Teşkilat-ı Mahsusa'nın Reisi Süleyman Askeri BeyNurettin Şimşek · Altınordu Yayınları · 201837 okunma
317 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
25 saatte okudu
Ve bugün; Türk'le Kürt'ü, Türk'le Fars'ı savaştırmak isteyen Kaos Düzeni'nin mimarları, hesap etmedikleri bir gerçekle yüzleşmeye başladı: Teşkilat'ın askerleri, yeni bir düzen için geri dönüyorlardı... Çam da bizim, kozalak da bizim! Teşkilat-ı Mahsusa, Osmanlı Devleti'nin son istihbarat teşkilatı idi. Kurulduğu günlerde, kabinedeki bakanların birçoğu ve üst düzey komutanların büyük bir kısmı dahi böyle bir örgütün varlığından haberdar olmamıştı. ÖrgütünTrablusgarp'tan Hindistan'a kadar yüzlerce hücresi ve bu hücrelere kayıtlı binlerce ajanı vardı. Üyeleri arasında Mustafa Kemal, Enver Paşa, Celal Bayar, Eşref Kuşçubaşı, Kazım Karabekir, Fuat Balkan, Süleyman Askeri ve Fevzi Çakmak gibi birçok ünlü sima da bulunuyordu. Teşkilat-ı Mahsusa, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında yaptığı gizli çalışmalarla, elliden fazla devletin kurulmasını sağladı. Teşkilat'ın gizli hücreleri, aradan yüz yıl geçmesine rağmen henüz ortaya çıkarılamadı. Selman Kayabaşı, bu heyecan verici kitapta Kıbrıs'ta Türk Mukavemet Teşkilatı'nı kuran, Bosna Hersek'in bağımsızlığını kazanmasında büyük pay sahibi olan ve son olarak Kerkük'te ortaya çıkan Teşkilat'ın; Musul'dan Semerkand'a, Lübnan'dan Pakistan'a, Roma'dan Selanik'e ve Azerbaycan'dan Kafkasya'ya kadar, günümüzdeki faaliyetlerinin izini sürüyor.
Teşkilat
TeşkilatSelman Kayabaşı · Yakın Plan Yayınları · 20161,960 okunma
Zenci Musa
Az sonra geri geldiğinde sırtında küçük bir torba taşıyordu. Bir kefen, bir kat temiz iç çamaşır, birde naylona sıkıca sardığı el kadar Kur'an-ı Kerim'i vardı. Musa'nın bütün eşyaları bu kadardı işte. Eşref Bey eşyalara bakınca duygulandı.
Sayfa 256Kitabı okudu
Reklam
Eşref Bey destanla hakikat arasında
Şüphesiz, Eşref’in tarihsel gerçeklik ile popüler muhayyilenin sınırları arasında flulaşan efsanevi bir figür hâline gelmiş olduğu söylenebilir. Bu durum, kısmen bu efsaneden ve kısmen de Eşref’in “Türklerin Lawrence’ı” olarak adlandırılmasına sebep olan bir başka efsanevi figürle doğrudan çarpışmasından kaynaklanmaktadır. Bu, sorunlu bir etikettir –Eşref, Çerkes kökenli bir Osmanlıydı ve söz konusu koşullar altında bir nevi ironi teşkil edecek şekilde T. E. Lawrence’ı kendisinin tarihsel rolünü oldukça aşmış efsanevi bir figür olarak görüyordu– fakat bu yafta bir kez üstüne vurulmuştu. Eşref’in etrafında serpilen efsane kısmen, üretken bir gazeteci ve amatör bir tarihçi olan ve Eşref’i kahramanca bir çerçevede sunup konumunu abartarak ünlüleştirmek eğiliminde olan Cemal Kutay’ın yazılarından kaynaklanıyordu. Fakat bu, akabinde olumsuz bir karşı tepki doğurdu. Mitik Eşref’in maskesini düşürme çabaları efsaneye son vermek ve Türk tarihinin neredeyse kutsal olan Kemalist versiyonunu muhafaza etmek isteyen Kemalist tarihçiler tarafından yürütüldü. Bu çabalardan en çok öne çıkanı, bir ortaokul öğretmeni ve amatör tarihçi olan Ahmed Efe’nin yazdığı kitap olmuştur. Kitabının “Efsaneden Gerçeğe” şeklindeki alt başlığı, romantize edilmiş Eşref’i gerçek boyutlarına indirmek amacını gütmektedir. Oldukça sorgulayıcı bir üslubu olan bu eser, tarihe çok yönlü ve eleştirel bir yaklaşım sergilemekten ziyade bir dizi düzeltmeye, yalanlamaya ve ithama dayanmaktadır. Türkiye’de efsanevi bir Eşref’e hasım olan ve hikâyesinin anlatılmasını istemeyenler hâlen daha mevcuttur.
Takdim
Bugün Türkiye'de “hain”, “kahraman”, “yandaş” gibi sıfatlar bozuk para gibi tedavüldedir. Onulmaz politik dalaşların gölgesinden devşirilen ucuz yaftalar geçmiş şahsiyetler için de pervasızca kullanılıyor. Hükümler tereddütsüz, çünkü kesin inançlılar kendinden emin, sanal dünyalarında kahramanla hain, iyiyle kötü, muhalifle yandaş arasındaki çizgiyi kalınlaştırmayı severler. Halbuki gerçek hayatın er meydanında, kavganın ortasında bu sınır bir vardır bir yoktur, şartların dayattığı anlık kararlarla ve muhtelif hesaplarla çizilip silinir. Abdülhamit Kırmızı
Ve Enver Paşa bir kez daha seslendi Kuşçubaşı'ya: "ümitsizlik içinde ümit bulan sen de mi tükendin, herkes tükenebilir ama bizim tükenmeye hakkımız yok Eşref."
Ben ne Enver’in karacısı, ne de Mustafa Kemal’in meddahıyım.
Pervin, ayrılmadan önce Eşref ’e bir uyarıda bulunmuştur. Kendisi, ayrılık konuşmalarını şu şekilde anımsamaktadır: Pervin: Eşref, bence Mustafa Kemal Paşa’nın yanına vardığında askerî kuvvetler başında müsellâh iş alma. Eşref: Neden? Pervin: Zira kardeşin Enver’le beraber şimdi hariçteler. Sen de dâhilde silahlı kuvvetler başında bulunursan haklı olarak Mustafa Kemal’i kuşkulandırabilirsin. Eşref: Bunu sana kim fısıldadı? Pervin: Namusumla seni temin ederim. Ben kendim bunu böyle görüyorum. Ağır bir vazife üstleniyorsun ve mutlaka silahsız gitmelisin. Eşref: Böyle günde böyle bir düşünce mevzu bahis olamaz. Ben ne Enver’in karacısı, ne de Mustafa Kemal’in meddahıyım. Ben milletin evladıyım. Hürmetkâr olurum fakat kimseye akidem dışı bağlanamam. Müsterih ol. Ve böylelikle Eşref kararlı fakat Pervin’in ricasına rağmen silahlı bir şekilde yola çıktı. Akrabalarının şefkatli ellerine bırakılmışsa da Pervin’in, ameliyatı ve kontrolünün ötesindeki millî hadiseler hususunda kaygılanacak çok şeyi vardı. Bunu o vakit henüz bilemeyecek olsa da, kocasına yapmış olduğu uyarı tekinsiz bir kehanet olarak gerçekleşecekti.
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.