Herkes için kendi ruhu bir muammadır.Karanlıkta gizlenir ruhumuz ve düşünür kederle,endişeyle;bilincimiz onun işlerini nasıl gördüğünü bize söyleyemez.Bilinç insan kişiliğini açıklamaktan acizdir.Sanattır bize kendi ruhumuzu gösteren;bu işi sanat yapabilir yalnızca.
Hayatta yaşanan büyük olaylar çoğunlukla insanı pek az etkiler;kişinin bilincinden çıkarlar ve onlar üzerine düşündüğümüzde,bu olayların gerçekliklerini yitirdiklerini fark ederiz.Tutkunun kızıl çiçekleri bile,unutuluşun gelincik çiçekleriyle aynı tarlada yetişir sanki.Onların hatırasının üzerimizde yarattığı ağırlığı reddeder,onlara karşı merhemler yaratırız içimizde.Ama küçük şeyler,önemsiz şeyler,bizimle kalırlar.Beyin en narin,en geçici izlenimleri ufak,fildişi bir hücrede saklar.
Bizim mahkemelerimizde,beyaz adamın dünyasıyla siyah adamın dünyası karşı karşıya geldiğinde,her zaman beyaz adam kazanır.Bu ne kadar çirkin olursa olsun hayatın bir gerçeği.
Yüzerek okyanusları geçiyor,bu yolda ölümü göze alıyor,ama onu gerçekten bulmaktan da inanın,çok korkuyordur.Onu bulunca,arayacağı başka bir şeyin kalmayacağını hissetmektedir çünkü,
"Yetmiş üç yaşındayım,aşağı yukarı yaşadığım,gerçekten yaşadığım,toplam olarak iki yıl...bilemedin üç."Ya acılar,can sıkıntıları,onlar ne kadar tutardı?Saymaya çalışmak boşunaydı:Tüm geri kalanı yetmiş yıl.