Pirin biri, bir gece sabaha kadar ibadet etmiş ve seher vakti elini havaya kaldırıp Allah'tan yardım talep etmişti ki gaipten kulağına şöyle bir ses geldi;
"İster çek git, ister yalvar yakarmana devam et; dileğin asla kabul edilmeyecektir!"
Pir, ertesi geceyi de zikir ve ibadetle geçirdi. Müritlerinden biri, ondaki sıkıntıyı fark edip, "Pirim, gördün ya, kapı kapanmış. Boş yere bu kadar uğraşıp durma." der demez pirin gözlerinden hasretle yakut rengi yaşlar döküldü ve iniltili sesiyle;
"Ah oğlum" dedi, "bundan daha iyi bir kapı görsem, bir saniye durmaz hemen o kapıya giderdim. Ama yok işte. Her ne pahasına olursa olsun, dizginlerini benden çevirenin ben terkisini bırakmayacağım. Gidecek kapısı varsa, varsın eliboş ayrılsın diğer kapılardan dilenci, ne gam. Anladım ki bu semte yolum yokmuş. Ne ki başka bir semte gitmem de imkansız!" Pir bunları söyledikten sonra kendini yine Allah'a zikre adayıp başını toprağa koymuştu ki, kulağına bir ses geldi;
"Bize lâyık bir hüneri olmasa da onu kabul ettik, çünkü bizden başka gidecek kapısı yok!"
Ak kefenli gelmişti. Önünde bir sürü kırmızı yılan... "Hasan," diyordu, "Hasan, sen oğlum değil misin? Sen benim zürriyetimden olmadın mı Hasan? Kurtaramaz mısın babanı? İşte önümde yüzlerce kırmızı yılan, bunlar yılan değil, kanı yerde kalmış insanlar. Öldürülmüşler de öçleri alınmamış. Kırmızı yılan olaraktan hortlamışlar. Beni