Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

2009 ANKARA NUMUNE HASTANESİ Ölmüyordu işte. Tam 3 saat geçmişti ama hala kalp atımı bir gelip bir gidiyordu monitörde. Kaç defa ölüm raporunu noktalayıp hastayı toplamaya çalıştıysak, birden ekranda farklı bir atım beliriyor herkes başına toplanıyordu. Tüm muayene bulguları öldü derken; bir süre sonra, birden kalp atımı başlıyordu. Uzunca düz çizmiyordu bir türlü Ekg. 2 defa öldü diye kapıda bekleyen jandarmalara haber verdiğimiz için belki de, şüpheli bir durum olabilir diye dosyadaki bilgiler tekrar tekrar kontrol ediliyordu mahkum hastadan sorumlu görevlilerce. İki gün önce yoğun bakım önünde taburede gece gündüz nöbet tutan askerlere hemşire arkadaşlar çay ikram ederken, maalesef öğrenmiştim takip ettiğim mahkum hastanın affedilmez günahını. Çocuk tacizcisiydi, 9 yaşındaki bir kız çocuğunun da katiliydi. Nefes alamadım o an. Ölsün gitsin, defolsun istedim. ‘’Gerçek mi bu? ‘’ dedim askere. Doğruydu, kendi duymuştu üstlerinden koğuşta. ‘’Keşke söylemeseydin bana bunu’’ dedim. Sonra tüm yoğun bakıma, herkese yayılmıştı bu bilgi. Devretmek istediğim dr arkadaşlar da almadılar elbet. Vizitte bile çok durulmuyordu başında. Zaten durumu da kötüydü, herkes de bekliyordu dört gözle ölümünü, meslek aşkı ölmeden. İşte ölmüyordu, ne ölebiliyordu, ne dönebiliyordu. Ben hayatımda bu kadar zor ölen bir hasta görmedim hayatımda. Üstünde 2 saat dönüşümlü kalp masajı yapılmaktan kaburgaları kırılmış, arada aldığı şoklardan kıpkırmızı olmuştu göğsü. 1 hafta kollarımı hissetmedim desem. Yüzü de kalbi gibi simsiyahtı. Arada şoktan yanan göğsünden farklı kokular geliyor, morardıkça morarıyordu vücudu. Mahkum hasta olduğu için de -dakikası sapmadan- titizlikle her şey kaydediliyordu. Kardiyak atım olduğu için, eninde sonunda öleceğini bilsen de tıbben müdahele şarttı. Ve 3 saat ölemedi işte. Kimisi ‘’kabul edilmiyor elbet pis cesedi’’ diyor, kimisi bakmak bile istemiyordu. Ölümün aslında ne güzel bir temizlik olduğunu sayıklarken içimde, hasta da ölmeye çabalıyordu. Öldüğünde kimse üzülmedi. Biran önce bir pislikten kurtulmak için cesedi hızlıca toplandı, yatağı defalarca temizlendi. Morgdan da kimseler almamıştı 3 gün. Dünyadan defolup gitti de belki, zihinlerimize kocaman önyargılar ekip, merhametimizi öldürmüştü işte. Geride bıraktığı ben, ben değildim ki artık… 2 ay sonra …. Sanki kışladaymışcasına yüksek ve otomatik bir sesle; ‘’ Dr.Hanım mahkum hasta var, dışarıda bekliyoruz ‘’diyen jandarma cevabımı bile beklemeden hızlıca polikliniğin kapısını kapattı. Biliçaltım aldığı emri koşulsuz yerine getirmek için beynime tavizsiz komutlar gönderirken, içerdeki hastanın raporunu hızlıca yazıp eline verdim. Acaba ben de bu ses tonu ve düzende konuşsam aynı tesiri verir miyim diye düşünürken, önce iki jandarma girip etrafı kolaçan ettikten sonra iki askerin arasında, elleri kelepçeli 50 yaşlarındaki mahkum hasta içeri getirildi. Kapının arasından dışarıdaki hastaların buz gibi endişeli bakışları takıldı gözüme. Kimisinin de lanetler savurup, ayıplarken; kendini alkışlayan benliğin selamları vardı gözlerinde… Sevmiyorum mahkum hasta muayenelerini. Etraftaki soğuk suskunluk, adını koyamadığım zoraki gerginlik…Ağzından çıkan her kelime rapor edilmişçesine hesaplı, kısacık, net ama gene de taşınması çok zor sanki de, havada asılı kalan cümlelere gebe. Mahkum sessiz, askerler sessiz… Yine mi ben?? diye isyan basamaklarını zorlarken, çabucak işimi bitirmeye karar verdim. Bakışlarıma soğuk bir perde indirip, ortamdaki otomatik havaya uygun sert bir ses tonuyla hastanın şikayetlerini sordum gözlerine bakmadan. 1 yıllık mahkumdu, şeker hastası ve insülin kullanıyordu. Ateş ve şeker yüksekliği nedeniyle getirilmişti. Suçu yazmıyordu elbet dosyada. Normalde tüm mahkum hastaların kelepçelerini açtırırdım ilk girişte, ama bu sefer ne kadar zorladıysam kendimi yapamadım. Elleri bağlı muayene edecektim yüzüne bir kere bile bakmadığım mahkumu. Son bir haftada 2 defa kan şekeri düşüklüğü nedeniyle bilinci kapanıp komaya girme öyküsü olan hastanın kan şeker takiplerini incelerken iddiasız, hafif kısık ama kararlı bir ses duydum; ‘’Bedenler, beyinler ve sevdalar, bu toprağa gübre olabilir. Ve her yıl çiçekler yeniden büyür..’’ dedi. ‘’Efendim, anlamadım’’ dedim ilk defa yüzüne bakarak. Gözleri dolu da değildi ama hep ıslak gibi bir havası vardı, belki de kalın gözlükleri öyle gösteriyordu. Küçücük ela gözlerini gözlerimden hiç kaçırmadan cevap verirken farklı bir özgüven vardı bu gözlerde, belki de ben masumum diyen??.. -"Kitap diyorum dr hanım, masadaki kitap ( Çiçekler Büyür) sizin mi?? Bu cümle en çok etkileyendi beni kitapta. Emine Işınsu’nun en güzel kitabı bence bu. Müsadenizle bakabilir miyim ??" Sonra aldı eline kitabı. Dokundu sayfalarına uzunca. Yavaşça burnuna götürdü boynunu eğerek, kimseler görmesin diye, hasretle içine çekti. Yanındaki jandarmanın bakışları olmasa belki de her sayfasına dokunacaktı da araya giren sesle kitabı bıraktı masaya. ‘’Dr hanım mahkum dosyasına da dolduracaksınız bilgileri’’ diye gelen jandarmanın emriyle bölündü kitapla buluşması. Kitabı yerine koyarken kocaman ama oldukça da farklı gülümsedi. Kitap aşıkları daha farklı bir gülümsüyor diye düşündüm o an. ‘’Afedersiniz hocam, ben çok severim kitap okumayı, fırsatınız varken kıymetini bilin..Onlar olmadan çekilir mi dünya? Biz o kadar zor buluyoruz ki kitapları. Bir kitabın gelmesi için çok uğraşıyoruz, dilekçeler, prosedürler vs vs.. O yüzden bazen boğuluyorum koğuşta. Zira kitaplarla nefes alırdım ben’’ dedi hala garip bir şekilde gülümserken. Beynime şimşek hızıyla hücum eden soruları bastırmaya çalıştım. Kitap sever bir mahkum? Bir hırsız?? Katil?? Dolandırıcı?? Olabilir miydi?? Keşke olmasaydı ile inşallah değildir arasında dalıp gittim bir ara. Şekeri yüksekti baya, diyabetik koma riski vardı. Ek tetkikler isteyerek, başındaki görevliye yatışının gerektiğini, damardan insülin tedavisi verileceğini belirttim. Şimdilik hayati riski de olmadığı için normal serviste değil de , mahkum koğuşunun olduğu uzaktaki binada yatacaktı. Birkaç gün sonra takip eden dr arkadaşa onun yerine benim gidebileceğimi söylerek, çantamdaki kitabı da yanıma aldım hızlıca. Koğuşun dış kısmında aramaların yapıldığı, tıbbi aletlerin dışında gözlük hariç tüm eşyaların dolaplara bırakıldığı koridordan geçerken, elimdeki kitabı mahkuma hediye vermek istediğimi söyledim. ‘’Hocam yasak bu. Bize sıkıntı olur. Yukardan izin olmadıkça içeri alamayız bu kitabı’’ dediler. ‘’Sakıncalı bir kitap değil, bakabilirsiniz. Gerekirse arasanız, izin verirler elbet’’ dediysem de ‘’ hocam onca işin arasında bu kitap için kimse bizi dinlemez zaten, kusura bakmayın’’ dediler. Hediye isteğimi şüpheli buldular ki, muayene ederken bir asker gönderdiler yanıma. İçeri girdiğimde uzanmış, uyumaya çalışıyordu muhtemel. Beni görünce doğruldu, gene gülümsedi o kitapseverlere has üslubuyla. Getirdiğim kitaba izin vermediklerini , dışarıda bıraktığımı da ekledim muayene ederken. Hem sevindi hem de üzüldü. En çok da şaşırdı. Teşekkür dışında bir kelam da edemedi. Bir şeyler söylemek istedi ama sonra vazgeçti. Sustu öylece. Durumu da pek iyi değildi sanki. Notlarımı alıp çıkarken öğrendim mahkumiyet sebebini. Arkadaşının iş yeri açacağım diye yüksek miktar kredi çekerken gereken kefil olma teklifini geri çevirememiş . Hayır diyemeyenlerdenmiş meğer. Sonrasında kayıplara karışınca da arkadaşı, kitaplarına veda etmek zorunda kalmış işte. 1 hafta sonra nöbetimde yoğun bakıma yeni alınan bir mahkum hasta için yukarı çıktığımda, yoğun bakım nöbetçilerinin konuşması dikkatimi çekti ister istemez. Kilolu hastaları kaldırıp indirmekten bel fıtığı olmuş personel arkadaş artık her şeye, her hastaya isyan ediyordu her zamanki gibi. ''Kim bilir ne halt işledi de düştü hapishaneye. Biz de burada hizmet ediyoruz böylelerine. Devlet bunları besleyeceğine..Pislik herifler, bitmiyorlar ki bir. Başka hastane yok mu ya bunları gönderecekleri, biz de insanız be..’’ Allah'ım inşallah O değildir diye dua ederek girdim içeri. Evet O'ydu, bilinci kapanmış, komaya girmişti. Makineye bağlanmıştı. İşimİ bitirip çıkarken oradakilere suçsuzluğunu anlatmak istedim ama vazgeçtim. Sustum öylece.. Odama geri döndüğümde, hastaya veremediğim elimde kalan kitabın sayfalarını çevirirken tekrarladım okuduğum cümleyi sessizce.. ''Ağzımdan çıkan gönlümden gelendir, kulağım duysa ne olur, duymasa ne olur??'' ( Emine Işınsu -Azap Tohumları ).. Sustum öylece... Sustum...
··
431 görüntüleme
Muzaffer Akar okurunun profil resmi
Tıp eğitimi alanlara farkettirmeden edebiyat dersleri de veriyorlar galiba. Küçücük öykü aslında ne kadar büyük! Yüreğinize sağlık. Paylaşımınız için de ayrıca teşekkürler.
Zeyneb Öztürk okurunun profil resmi
Ben teşekkür ederim Muzaffer Bey,zaman ayırıp okuduğunuz icin. mutlu oldum:))))
Metin T. okurunun profil resmi
Nasıl da güzel ifade etmişsiniz her şeyi. Her şey nasıl da kararındaydı. İnsanlık tam da olması gerektiği gibiydi. Nefret de. Bir insan nasıl olur da duygularını böyle güzel ifade edebilir, diye düşündüm. Kalem utanmış olmalı. İçinde gezindi ruhum kurmacanın. Siz hastalarla uğraşırken ben yanınızdaydım sanki. Kapının yanında duruyordum. Öyle ya, sizden başka görenler de varmış. Biri de bendim işte. Kurmaca dediğim, yazının gücüydü elbette. Böyle bir şey işte yetenek. Önce içinde hazmetmiş olmalı gördüklerini, diye düşündüm. Kendine ait, onu oluşturan tüm değerleriyle harmanlamış. Lime lime etmiş sorgularken. Sonra yeniden kurmuş. Ve öyle bir aktarmış ki kağıda, okuyup da duyguları cennetle-cehennem arasında savrulmamış bir okur kalmamıştır herhalde. Ben de onlardan biriyim. Ve şu pazar akşamı öyle kederlendim ki...Eğer bir öykü kitabında okumuş olsaydım, derdim ki; son zamanlarda okuduğum en güzel öyküydü bu. Doktor hanım, yazmak size çok yakışıyor.
Zeyneb Öztürk okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim ben Metin Bey, şımarıverdim biraz:) siz böyle yazınca daha da bırakamam yazmayı muhtemel...aslında bu ara yazmaya ihtiyacım var, neden bilmiyorum ama yazmazsam beynim patlayacak gibi. Hatta o kadar çok hatıra beynime hücum ediyor ki bu ara.. bıraksam kendimi sabaha kadar yazarım heralde. Yazsam birtürlü, yazmasam ayrı! Terapi gibi?? Ya da bağımlılık.. siz daha iyi bilirsiniz elbet. Bilmiyorum ki:) bildiğim şu ki, bu dönem okumaya ve yazmaya ihtiyacım var...
1 sonraki yanıtı göster
Nurhan Işkın okurunun profil resmi
Yüreğinize, kaleminize sağlık, harika duygu dolu bir öykü olmuş. Lütfen yazmaya devam edin...
Zeyneb Öztürk okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Nurhan hocam..onure ettiniz:)))
1 sonraki yanıtı göster
Süha Murat Kahraman okurunun profil resmi
Biz de susuyoruz...Elde bir tek susmak kalıyor geriye yazdıklarınızdan...
Bu yorum görüntülenemiyor
Cem okurunun profil resmi
En kısa sürede kitabınızı okumak dileğiyle.. Çok etkilendim bu güzel kalemden..
3 önceki yanıtı göster
Zeyneb Öztürk okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim bu güzel yorumlara... mahcup oldum biraz:))) olur mu ki?? İnşallah... Teşekkür ederim değer verip okuduğunuz, vakit ayırıp yorum yazdıginiz için. .. Iyi geceler efendim:)))
Bu yorum görüntülenemiyor
Beyza okurunun profil resmi
Sueda Hocam o güzel yüreğinize sağlık.Derinden etkiledi.Bizimle paylaştığınız için de çok teşekkürler.Var olun..
Uğur Ukut okurunun profil resmi
Hocam, cayırda her ot biter. Acısı da vardır tatlısı da. Gıdalısı da vardır gıdasızı da. İlk bakışta asla ayırd edilemezler. Otlayan koyun yer hepsini. Biri gıda olur biri dışkı. Ben de bu kardeşimizin sebebiyle bir kaç gece yattım. Ön yargılarımı orada yıktım desem yalan olmaz.
Zeyneb Öztürk okurunun profil resmi
Gecmisler olsun Uğur Bey...:(
Hatice okurunun profil resmi
Süeda hocam ibretlik öyle şeyler anlatıyorsunuz ki darmadağın oluyoruz.. siz lütfen devam edin anlatmaya ..sustuk çünkü kelimelerin kifayetsiz olduğu öyle anlarla dolu ki hayat. .
Zeyneb Öztürk okurunun profil resmi
Sizler okudukça yazarım insallah elbet, bu ara ihtiyacim da var zaten..uzun zamandir kimseyle gönlümce hasbihal etmediğimden muhtemel...anlatasım var ki sormayın:))) teşekkür ederim değer verip dinledigimiz için... Hayirli ve bereketli gcler size...
18 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.