Samet bey ben ideolojilerden öte haklara değer veririm demişsiniz. Keşke herkes sizin gibi reele inse. Zira ülkede vaatlerin yarışı var. Herhangi bir vaat nasıl bir çalışanın kendi hayallerinden, yorgunluğundan ve ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamamasının yoksunluğundan, zorunlu borçlanmalarından gerçek olabilir...
Biraz geriye gitmek istiyorum. 16.yy'da İngiltere oransız büyümeyi sağlayarak, burjuva/sermayedar kesimine maddi güç, kolaylık vererek onların "coğrafi keşifler" hareketini desteklemişti. Keşifler sonucu ucuz kaynak, ucuz işgücü ve pazar alanları keşfedildi. Bunların sonucunda ise kumpanyalar/şirketler kuruldu. Ve İngiltere ihracatla yavaş yavaş tüm dünyaya ulaşmaya başladı. O dönemki halka bakarsak neler görmeyiz ki? Hukuki haksızlıklar, proleter ayaklanmaları, suçsuz idamlar.. Krallığın maddi anlamda burjuvayı destekleme halinin kısıntısını halk sonuna dek yaşamaktaydı. Sosyal devlet yoktu.
Aynı dönemlerde ise Osmanlı çok daha "kendi halinde"ydi. İaşeci bir politikası vardı Osmanlı'nın. İasecilik, elde esilen zenginliğin, biriktirilmesine engel olunup, paranın sürekli bir' dönüşüm halinde kalması esasına dayanan politikadır. Bu bir büyüme politikası bile değildi, refah yaşam kuralı gibiydi. Osmanlı bu konuda sıkılığını temel geçim kaynağı olan tarım alet edevatlarının satımına getirdiği önemli kısıtlamalarla kontrol ederek yapıyordu. Sonuç olarak aşikar ki, temel üretimi yapan köylü halkın, çiftçinin elinde zenginlik aracı, sermaye, para bulunmasını zorlaştırarak onların kapitale dayalı üretime geçmesinin engelleri devlet kontrolündeydi. Bu durum sosyal anlamda adaletsizlik ve haksızlığı engellediği gibi ekonomik büyümeyi de engelliyordu, Osmanlı'yı çağın gerisinde bırakıyordu. Ama önemli olan şey sosyal hayattı. Yani "tüm halk, köylü ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayabiliyorlar mı, paraya ihtiyaç duyduklarında bunun tedariki kolayca sağlanabiliyor mu" meselesi...
Bir yerde eşitsiz büyüme kaynaklı küresel büyümenin atılan temel ayaklarini görüyoruz. Bir yanda sosyal yaşama önem veren, iaşeci, küçük bir iktisadi politika görüyoruz.
Günümüze bağlamak istiyorum. Yukarıda bahsettiğiniz OECD verileri bu ülkedeki pek çok şeyden gerçek ve acılı veriler.. Fakat şu anda toplumda çoktandır dönüşmüş olan sermayedar/şirket CEO'ların arkasında hükümet var. Kuşkusuz... bunu pek çok ülke yaptı ve yapmak zorundaydı da zaten, çağa uyum sağlamayan her ülke çatlar. Ama bunun derecesi ölçülüp biçilmeli?
Ben bunun en gözetilmediği meslek grubunun işçilik olduğunu biliyorum. Sosyal hakların, işinin garanti altında olamayışının, vasıfsız ellerden usta talimatları almanın, psikolojik baskının, maaş garantisinin her zaman sallantıda oluşunun... ve tüm bu kire pasa rağmen geçim seviyesinin altında kalma halinin yarattığı sıkıntının...
Sorgulanmalı net net. Ekonomik anlamda gelişmek, zenginleşmek yolunda ilerleyiş ille de sosyal haklardan, kişinin ailesine vakit ayıramamasından ve hobilerine ayıracağı vakitten çalmalı mı illede?
Ya da zenginliğin gerçek yaratıcıları kim? Bunu planlayanlar mı? Yoksa bu uğurda kendi hayalinden, vaktinden, sevdiği şeylere vakit ayıramayışından zorunlu ödün verdirilen emekçi grup mu?
Net net.. ortada yankılı bi' haksızlığa çöreklenmiş büyüme var, refah var. Oysa kimsesi hissetmedi ki büyümenin yaşayıştaki katma değerini. Burjuva artık CEO. Ve zenginliği en çok o yaşıyor. Çünkü büyümenin eşitsiz sağlanımı var. Zengin ve fakir arasındaki uçurumun bu denli hükûmet eliyle sistemleştirilmesi sırf kapitalden rant sağlamak için, ne kadar doğru?
Sorulmasi gereken çok soru var fakat önemli olan hepsini sormak değil herkesin sorması sizin de belirttiğiniz gibi. Bu farkındalıklı, görmek için bakan yazıyı yazdığınız için teşekkür ederim Samet Bey.