Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

524 syf.
6/10 puan verdi
·
6 günde okudu
"Kendin ol"
"Zordur insanlarla yaşamak, çünkü öyle zordur ki susmasını bilmek."(#52880794) _________ Öncelikle bu inceleme yazısı doğrusuyla yanlışıyla BENİM düşüncelerim ve hissettiklerimdir. Yani herhangi bir makale veya yardımcı okuma yaparak yazılmış bir şey değildir. Tabiki bu tarz yardimci okumalar da yapılır, faydası da olur. Ancak bunu kişi prim kasmak, olduğundan kendini yüksek göstermek için değil kendisini geliştirmek için yaparsa ve de okuduğu dokümanları özümseyip kendi zihninden geçirip bunlar hakkında doğru veya yanlış KENDİ düşüncelerini oluşturuyorsa bir değeri olabilir. Yoksa makale yazanin veya yardımcı okuma dokümanının bir papağanı olmaktan daha öte bir şey olunamaz. Kitaba gelecek olursak, Sodom ve Gomorra herkesin bildiği üzere 'sapkın' diye nitelenen işler yaptığı için varoldugu iddia edilen Tanrı tarafından helak edildiği iddia edilen ve kendisi hakkında da bir şey bulunamayan kentlerdir. Yani birer efsane de denilebilir. Ancak her efsane insana dair önemli izler barındırma potansiyeli taşır. Bu efsane de insanın hemcinsine karşı ilgi duymasının kendisinde yarattığı olumsuz izlerini barındırır. Katılırsiniz katılmazsiniz orasını bilemem, cinsel birlikteliğin temel nedeni ve işlevi üremektir. Zaten aşk denilen gayet irrasyonel ve insana garip işler yaptıran olgu da temelde buna hizmet eder. Ancak tek işlevi bu değildir, hem cinsel birlikteliğin hem de aşkın. İnsan yani Homo sapiens topluluk içinde yaşayan ve gücünü de çoğunlukla buradan alan bir canlıdır. Haliyle genlerini aktardığı yavrusunu da en iyi şekilde büyütmek için ait olduğu topluluğa da uyum sağlamakta, eşine de bağlı olmak durumunda. Bunu da sevgi duygusu sağlar. Aşk ve cinsel birlikteliğin diğer vazifesi de işte sevgiye giden yolu hazırlamak ve onu canlı tutmaktır. Yani helak olma efsanesinde yaratılan nedensellik; cinsellik salt üreme içindir ve bundan dolayı aynı cins birlikte olamaz, bu pisliktir argumani tam olarak mantıklı değildir. Diğer argüman ise topluluğun kadın- erkek- çocuk şeklinde kurulan ailelerden oluşan bir düzene karşılık gelmesi de günümüz bilimin verdiği olanaklar ve gelecekte vermesi muhtemel olanaklar nedeniyle; ayrıca yapay zeka gibi etkenlerin insanı ve haliyle toplumu temelden değiştirebilecegi ihtimali üzerinden mantıklı değildir. Bunlarla birlikte hep soylenilegelen eğer tüm toplum eşcinsel olursa nasıl çoğalacak insan argumanının aslında yedi yaşındaki çocuk bile gerçek olabilitesinin 0.000000000001'den bile az olduğunu kavrayabilir; hem de hiçbir makale okumadan. Mantıklı olmasa da argümanlar hemcinse karşı duygusallık her zaman insanların ama asıl toplumların en büyük korkularından ve tabularindan olagelmistir. Çünkü insan hep rasyonel bir varlıktır desek de çoğu zaman irrasyonel bir varlıktır. Eğer böyle olmasa sırf popüler olacağım diyerek sosyal medyalarda orasını burasını açar mı insanlar? İşte bu korkulara sahip olan ve bu durumun tabu olduğu bir muhit de Marcel'in ait olduğu Fransa sosyetesidir. Neden sadece sosyete diyorum? Çünkü Marcel genelde sosyetelerde gözlemler yapan birisidir. Öyle ki kitabın çok beğendiğim giriş kısmından sonraki bölümünün hemen başında Marcel, bir davete girecekken iki erkeğin cinsel birlikteligine denk geliyor. Bunlardan Charlus ise zaten kitap boyu ele alınan eşcinsellik olgusunun mihenk taşı olarak vazife görüyor. Charlus erkek bedeni içinde hapsolmuş bir kadın gibi geldi yer yer. Böyle gelmesinin başlıca nedeni Proust'un konuyu işlemesi ile birlikte daha çok bu durum üzerine düşünüp hayal etmem oldu. Bir kişi eğer kendi cinsel kimliğini veya temel hayat görüşünü baskılar nedeniyle dile getiremiyorsa ve daha kötüsü başka biri olarak davranmak gereği duyuyorsa o kişi kafeste hapsolmuş bir kuş gibidir. Kafesi ise bedenidir. Kendi erkek bedeninde kafeste olduğu için (Charlus üzerinden konuşuyoruz, ondan erkek) kendi gibi bir kimliğe sahip ve kafeste olan diğer kişileri hemen tanıyabiliyor ama içten içe onların da kendi özgürlüklerinin kazanmamasina mutlu oluyor. Çünkü insan irrasyonel olmakla birlikte oldukça bencildir de. Ancak yine topluluk içinde olması nedeniyle bu özelliğini baskilayip veya iyileştirerek hayatına devam eder. Ama yine son tahlilde her yaptığı işte kendi çıkarı mutlaka bulunur. Hatta en masumane yardımseverliklerde dahi... Aslında bu illa istemli olacak diye değil, istemsizce de olabilir; yani kişi gerçekten yardım etmek için yardım eder ama orada kendi çıkarı da olduğu gerçeğini değiştirmez. En basitinden ettiği yardımları kendi egosunu tatmin etmeye bağlar, olur biter. Hatta buna kendini bile inandırır. Bir süre sonra kendine hayal dünyası kurup kendini kral olarak yerleştirir herkesin üstünde; bir de kendine kutsal bir dava belirler. O oturduğunu sandigi tahtından da birer lütuf dağıtır gibi yargı dağıtır durur. İki üç de kendini pohpohlayan buldu mu o hayal aleminden ebediye çıkamaz. Aslında bu hayal alemi de bir nevi kafestir, aynı Charlus'un kafes olan bedeni gibi. Charlus her ne kadar ilişkilerini KGB gizliliği yaşıyor gibi gelse de aslında herkesin bildiği bir sır gibi sürer bu durum. Her toplumda bu konu böyledir. Hatta bu tarz konular da çoktur, toplumdan topluma da değişiklik gösterebilir. Kitabın diğer tarafında ise Marcel ile Albertine aşkı bulunuyor. Ben esprisine ayran gönüllü Marcel diyorum, zaman mefhumunda benlikleri ve anıları arasında gezinirken aynı zamanda aşkı arıyor gibidir. Ya da aşkın önde olduğu arkada gizlenen başka bir şeyi... Marcel'in kadınlarla olan ilişkisi gariptir. Mesela Albertine ile birlikte olurken onun birçok arkadaşı ile de birlikte olur. Sonra, Albertine'e gel deyince getirir git diyince gönderir yani aslında onu bir metres olarak kullanır Marcel. Ama bir yandan da aşık olup olmadığı noktasında kararsızdir. Bu noktada ne zaman Albertine, bir kere hayır deyip gelmek istemez o zaman Marcel, yoğun bir huzursuzluk hisseder, öfkelenir ve emreden bir tirana dönüşür. Yani duyulduğu meçhul aşk aslında bir tahakküm kurma potansiyeli barındırır. Zaten kıskançlığin fazlası aslında aşktan değil, sahip olma güdüsünden gelmez mi? Sahip olmak da ancak sahip olmama durumuna geçtiğimiz anda fark edilmez mi? Güncel bir örnek vermek gerekirse; telefonumuz bizim her şeyimiz durumuna gelmiştir. Ama bir yandan da varlığı bizimle o kadar bütünleşmiş ki, onun gerçek değerini ancak yok olduğunda anlayabiliriz. Sabah uyanır uyanmaz telefona sarilmamiz; telefon bağımlılığınin etkisi nedeniyle olduğu gibi, bizim için çok önemli olan bir nesneyi, uyku halinde kaybetmemizin neticesinde ona tekrar kavuşma girisimidir de aynı zamanda. Marcel da özellikle Albertine'in bir başkasıyla birlikte olduğu şüphesini duyduğu vakit, telefonunu kaybedebileceğini anlamış olur ve endişelenmeye ve tahakkum kurma güdüsüne yenilmeye doğru gider kıskançlık maskesi altında. Bu ruh halinin yaşadığı olumsuz durumun şiddetini, toplumsal bir tabu olan hemcinse karşı duygusal bağ kurma, kat be kat artırır. Parantez açmam gerekiyor burada da, çünkü feminizmi ve kadın hakları mücadelesini çok yanlış anlayıp bu işi çok uçlara götürüp, erkek düşmanı kesilen, kafasında kurguladığı şeytan erkek figürünü gördüğü her erkeğe oturtup ona 'mainsplaing yapıyor, eril tahakküm kuruyor, cinsel taciz yapan yazarları yumusatiyor, onları akliyor, bu yazarlari okumayalim, okuyan kadin erkek herkes de onlara destek vermis olur,' gibi saçma sapan ithamlarda bulunanlar sözüm size dikkatle dinleyin, az önce telefon örneği verdim ilk önce sonra da kadın dedikten sonra telefonla kadını esitledim; şimdi biliyorum saldırmak ve saçma sapan ithamlarda bulunmak için hazine buldugunuzu saniyorsunuz ve ellerinizi ovusturuyorsunuz ama sakin olunuz, yanlış alarm; burada yedi yaşında bir çocuğun dahi anlayabilecegi basit bir edebi anlatım mevcuttur. Marcel'in Albertine ile ilgili kararına annesinin de etkisi olacaktır ama kararının ne olacağını söylemeyeceğim tabiki. Buradan ben bu iki temel konuyu kapatıp kitap hakkında naçizane eleştirilerime geçmek istiyorum. Proust muhakkak ki edebiyat dünyasında denedigi yeni teknikle olsun ve ömrünü bir romana adamasiyla olsun, ve bunları hastalığına rağmen yapması olsun takdir edilesi bir insandır. Bunda zaten hemfikirim. Zaten benim eleştirilerim onun edebiyat dünyasındaki değerinden hiçbir şey de götürmez. Ancak onu dahi eleştirebilmek belki bana bir şeyler katabilir; tabiki makale papağanı şeklinde olmadan. Yazar, karakterini dolaştırirken yoğun betimlemelerle hem bulunulan mekanları hem de dahil olunulan sohbetleri birebir aktarıyor diyebiliriz. Bunun avantajı, okurun o zamanda o ortamda o sohbette bulunuyor gibi hissetmesini saglayabilmesidir; dezavantaji ise kitabın temel konularına yoğunlaşan okurun özellikle diyaloglar arasında kaybolmasina, dikkatini kaybedebilmesine neden olma ihtimalinin olmasıdır. Tabi bu ihtimal makale papağanlari için geçerli değil, nitekim onların takip ettiği kitap değil makale. Ee tabi, okunulan makalenin sahibi de bu ihtimal dahilinde bir şey yaşadıysa o zaman durum değişir. Neyse, bu duruma bu kitaptan örnek; bir karakterin geçtiği kısımlarda şehir veya belde adlarının nasıl yazıldığı ile ilgili uzun uzun diyaloglarin yaşanmasıdır. Mesela; bir karakter sohbete dahil oluyor ve sayfalarca Çorum isminin aslında Çhorum'dan geldiğini söylüyor, bir başka karakter ise kendi tezini one sürüyor Çokrum diyor, böyle böyle bence boş [Makale papaganlarina kiyağim olsun bu da, buradan bana niteliksiz diyerek kendi egolarini şişirirler] muhabbetler dönüyor. Boş dememin nedeni de bence temel konularla alakali bir durumun olmamasıdır. Az önce izah ettiğim üzere bu sadece kullanılan anlatım tekniğinin gereğidir ve okurun atmosferi yaşayabilmesini sağlayabilir ancak öte yandan okurun dikkatini dağıtabilir veya temel konulardan kopmasina da neden olabilir. Bende bu durum olumsuzluk yarattı. Bu kısımlar oldukça sıktı ve hoşuma gitmedi. Diğer eleştirim de bir önceki kitapta Dreyfus davası göze sokulmadan işlenerek başarılı bir iş çıkarılmıştı. Benzer işleniş şekli bu kitapta eşcinsellik üzerine olmuş ama bence bu nedenle konu çok iyi de işlenememis gibiydi. Kitabın ilk yarısında diğer yarısına göre daha iyi bu konu işlenmiş diyebilirim ama genele vurunca ise biraz geri planda kalmış gibi geldi. Tabi bu bilerek yapılmış da olabilir. Sonuçta yazarın seri boyunca işlediği konu ve doğrultu var. Eşcinsellik konusu da ve bu kitap da sadece bu doğrultuda bir duraktir. Kitabın isminden dolayi aşırı beklentiye de girmiş olabilirim. Çünkü bazen bir kitabı okumadan evvel kendi zihnimizde bir dünyaya sokariz, nasıl olacağı üzerine düşünürüz; bunu yaparken aslında onu kendimiz yazmış oluruz bir nevi ve daha sonra açıp okuduğumuzda ise bambaşka bir şey ile karşılaşabilir ve beklentimizin karşılanmadigini hissederiz. Bu noktada aslında Proust'u değil de kendimi eleştirmeliyim belki de. Sonuç olarak bu kitaba 6 puan verdim. Çok beğenmedim. Bu kitaba 6 puan vermem Proust'un edebi değerinden ne bir şey götürür; aksine de 9, 10 puan verilmesi Proust'un edebi değerine arti ne bir değer getirir. Proust'un hakkı Proust'a zaten verilmiştir layıkıyla, benim puanlamam 2020 senesinin 25 Nisan gecesinde kitap hakkında KENDİ fikir ve hislerimin yansimasidir sadece. Serideki genel doğrultuyu takip ederek okumaya devam edeceğim. Makale papağanlığı yapmadan KENDİ zihnim, fikrim ve hislerimle okumaya devam edeceğim. Vardığım sonuçlar ve yapacağım yorumlar da doğru veya yanlış; iyi veya kötü BENİM sonuçlarım ve yorumlarım olacak. Bir başkasının değil. İkinci kitaptan şu ana kadar seride en beğendiğim pasaji da buraya koymak istiyorum. #64277198 _____________ "Özgür mü diyorsun kendine? Sana hükmeden düşünceni duymak isterim, bir boyunduruktan kaçıp kurtulduğunu değil." (#52873022) İyi okumalar
Sodom ve Gomorra
Sodom ve GomorraMarcel Proust · Yapı Kredi Yayınları · 20201,360 okunma
··
478 görüntüleme
Murat Ç okurunun profil resmi
Proust'un Kayıp Zamanın İzinde serisinin hem çizgi romanları hem de kitapları var ben de. Henüz okumadım, ama kitaplığımda varlar. İncelemeni de biraz atlayarak okudum, uzunluğundan değil, kitaplığımda olan ve okumadığım kitapların incelemesini çok nadir okurum ondan. Bir yazar, ne yapıyorsa yapsın kendisi için yapıyordur, kendisi için yazıyordur, b*ktan evlerinde ve yüzyıllarında derbeder hayatlarında olamayacakları karakterleri çok iyi yaratabiliyorlar. Ya da kendi sefil hayatlarını daha da sefilce aktarabiliyorlar. Ve bu karakterler yüzyıllar geçse bile okurda iyi ya da kötü etkiler ortaya çıkartabiliyor. Ne Dostoyevski ilah, ne Tolstoy ilah, ne Proust ilah ne de bir başkası. Kitap okuyan her insanın sevdiği ve sevmediği yazarlar var. Ve işi sağa sola b*k atmak olan eleştirmenlerinde sevdiği ya da sevmediği yazarlar var. Çok sevenler çok yüceltir, az sevenler çok sevenlere inat gömmek isteyebilir ya da bunların arasında kendi fikirlerini sunan insanlar çıkar ve istediklerini yine serbestçe dile getirebilir. *Sadece küçük bir not, tarihi yanıltan ve yalan söyleyen yazarlar ya da kişiler varsa, orada onlara bir dur deriz, o ayrı... Bu durumda, senin beğenmen ya da beğenmemen dünyanın gidişatını değiştirmez, yazarın yazdığı kitabın değerini ne eksi ne de artı yönde etkilemez. Zaten zamanında yazılmış, yazarı da göçüp gitmiştir, sana kişisel olarak da kin besleyemez. Onun derdi olamayacaksa, o kitabı senin gibi satın almış, ya da bir şekilde okumuş okuru ne ilgilendirir yahu? O zaman burada bir AHMAKLIK var. Bir kitabı iyi yapan okurun hisleridir, o zaman bir kitabı kötü yapanda yine okurun hisleridir. Yoksa bir kitabı iyi yapan şeyin puanlamalar olduğunu sananlar mı var? SENİN HİSLERİN SENİ İLGİLENDİRİR. HERKES KENDİ İŞİNE BAKSIN. KÜÇÜCÜK DÜNYALARINDA KENDİLERİNİ BİR HALT SANMASIN KİMSE. BİZ KENDİMİZİ BİR HALT SANIYORSAK DA BİZE DE LANET OLSUN. Ben bu kitabı okuduğum zaman belki 10 veririm belki 3 bu beni ilgilendirir. Yazarın yatağına biz mi giriyoruz da içimize bu kadar dert oluyor?
Kaan okurunun profil resmi
Dünkü duygularıma tercüman olmuşsun ve sonlarda biz yapiyorsak bize de lanet olsun kısmı özellikle hoşuma gitti. Çünkü eleştiri oklarini kendimize de cevirebilirsek eleştiri o zaman daha anlamlı oluyor. Hani tartışma anında veya herhangi bir tepkinin sıcağında özeleştiri hemen yapilamaz çoğu kez ancak sakinlesip aklı selim galip geldiği vakit kişinin kendini geriye atıp düşünmesi ve elestirmesi şart. Ondan sonra da olabildigince kendi davranışların çeki düzen vermeye çalışması... Yorumun için teşekkür ederim Murat :) Ve bende çoğunlukla okumadıgim kitaba yapılan uzun incelemeleri okumam. O konuda anlayabiliyorum seni :)
2 sonraki yanıtı göster
Earthling okurunun profil resmi
Kaan'ın bu seferki kurbanları da "makale papağanları" :)) Yeni terimler ekleniyor dilimize sayende. İnsandaki üreme içgüdüsü ile ilgili yazdıklarına katılıyorum. Bilimin çarpıtılması olarak anlattıklarım tam olarak böyle bıçak sırtı konular. Dinciler eşcinselliği helak sebebi sayıyorlar ancak kendilerini ilerici addeden popüler bilimci grup da evrim teorisinden hareketle eşcinsellik hastalıktır diyebiliyor. Metafizik akıl aşılmadığı müddetçe, senin de belirttiğin gibi oldukça irrasyonel olan insan türü yaptığı ve savunduğu her şeyi bir din haline getiriyor. Bizim asıl sorunumuz din değil dinsel düşünüştür, din bunun somuta bürünmüş halidir sadece. Tekrar eşcinselliğe dönecek olursam- transseksüalite için de geçerli- insanlar nasıl mutluysa, hangi bedende olmak istiyorsa öyle yaşamalı. İnsanların ne hissettiklerini onlardan daha iyi biliyor olma hadsizligine katlanamıyorum. Umarım insan aklını kullanabilir, alt beynini aşabilir ve her farklıyı öteki olarak yorumlamaktan vazgeçer.
Kaan okurunun profil resmi
Haha teşekkür ederim :)) Asıl sorun din değil dinsel düşünüş doğrultusunda gidersek eğer; asıl olan bilim değil bilimsel düşünme şeklini kazanabilmektir. Yani herkes bilim üzerine derinlemesine araştırma yapamaz. Özellikle artık günümüzde bilim uçsuz bucaksız ve çeşitli uzmanlık alanlarına ayrışmışken ama bilimsel düşünme şeklini anlayıp uygulayabiliriz. Bu da hiçbir hipotezi duyar duymaz kabul edip tabulastirma, üzerine deney gözlem(illa mikroskopla bakma manasında degil) yap, neden sonuç ilişkisi kur ve yanlışlığı olabildiğince aza indirgeyip doğru olabilitesi en yüksek hale getirilmiş bir teori haline getir. Bu aslında her şeye şüphe ile yaklaşmak demek gibi bir durumdur. Buna ek olarak sürekli değişime açık olabilmek, etrafımizda her şeyin sürekli değiştiği bir evrende biz herhangi bir ideoloji, fikir vb şeyde sabitlenip kalirsak zararı kendimize olacaktır. Mesela bu incelemedeki fikirlerimin bir kısmı belki ileride değişikliğe de ugrayabilir. Keza bilimin ele aldığı konuların değiştiği gibi. Ama her işin yobazi mevcuttur, buna şüphe yok. Bilimi de kendi mantığından uzaklastiran vardır bu nedenle. Eşcinsellik ve diger cinsel kimlik üzerine fikirlerine katılıyorum. Evet, insanlar istediği şekilde ve hissettiği şekilde yaşamalilardir. İşin mantığını ve mekanizmasini incelemek ve üzerine konuşmak farklıdır ama insanlara nasıl hissedeceksin diye bir şeyler dayatmak farklıdır tabiki. İnce bir çizgi var orada. Öteki yaratmayı bence zor aşariz biz insanlar ama bana biraz da yüzyıllarin getirdiği bir şey gibi geliyor. Belki birtakım faydalar sağladığı için bu kadar insanlar öteki yaratiyordur hatta bununla ilgili bir şeyler okumuş veya izlemiştim. Ama tabi bunu olabildiğince ölçüsüsunden taşırip olumsuz durumlar oluşturabiliyoruz. :)
3 sonraki yanıtı göster
Homeless okurunun profil resmi
Yazarı da bu seriyi de çok severim Kaan. Böyle farklı pencerelerden bakmak zenginleştirir düşüncemizi. At gözlüklü, çay edebiyatçılarına karşı incelemeler yapanlar burada yazılanları anlamayacaktır. Eline sağlık iyi yazı ha ;)
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Onur, sözlerine kesinlikle katılıyorum. Zaten ben de seriyi şu ana kadar tamamen beğenmemis değilim. Bazı açılardan beğenmedim, bazı açılardan ise kitabı çok sevdim. Özelikle iki kitaptır Marcel'in büyükannesi ile ilgili anıları, fikir ve duygularını ifade ettiği kısımlar çok iyiydi. Bunu yazmayı unutmuşum yazıya, böylelikle eklemiş de olayım. :))
Ayşe* okurunun profil resmi
Kaan sende de iyi g*t varmış ha baya 6 puan verecek kadar :D aman haşa bu sitenin Cumhurbaşkanı, başbakanlarından izin aldın mı puanlama yaparken. Sen kimsin yea, ne hakla 6 puan verirsin :D böyle kült kitapları beğenmesen, anlamasan bile 10 puan vereceksin bu işin raconu böyle. Çünkü burda bir çok insan ben Proust okudum yea demek için bu seriyi okuyor, okuduğum bir kitaptan bi bok anlamadan bitiriyorsam benim için çöptür, sorun bende de olabilir ama benim için çöptür illa rolden role girip, onun bunun ağzından yazılmış makaleleri köpürtüp buraya şatafatlı cümleler yazmaya çabalamam. Anlamamışımdır, ilgi alanım değildir, SEVMEMİŞTE olabilirim. Burda okurların takındığı bu en çok ben biliyorum tavırlarından illallah geldi. Arkadaşlar okuduklarınızla, bildiklerinizle ilgilenmiyoruz, sokağa çıkınca bi bok değilsiniz sanal alemin faydasız faydacıları. Burda klavye başında yapın bakalım şovunuzu. 👊🏻
Kaan okurunun profil resmi
Hahah teşekkür ederim Ayşe yorumun için. :) Dediklerine kesinlikle katılıyorum. Artık popüler olmanın birtakım yazısız kuralları oluşmuş aynı bu sitede de birtakım yazısız kuralların olduğu gibi. Popüler yani fenomen mi olmak istiyorsun; 1) Kendine alt düzey ve popüler olan birtakım yazar veya 'yazar' belirle. Bunları sıkı takibe alıp ne açık verirlerse oradan saldır. Bunlar hakkında yazılarda da her türlü aşağılamayi yapabilirsin, atış serbest. 2) Bu sefer bir level atlayıp biraz daha kalbur üstü ve popüler ama edebi olarak çok üst düzey olmayan yazarlar belirle. Bunları sıkı takibe alıp ne açık verilerlerse oradan saldır. Bu sırada edebiyat eleştiri tarzında bir kitap veya makale okuyup sanki 40 yıldır bu tarz incelemeler yazıyor gibi bu kişiler hakkında sözüm ona teknik inceleme yaz. Tabi bunu da gelen tepkiler üzerine yap. Bu sayede teknik inceleme bile yapabilen entelektüel biri gibi gözük. 3) Birkaç yazar daha ekleyerek devam et. 4) Gündemi çok sıkı takip edip, olur olmadık yere kutsal davani yazıp reklamını yap. Ona buna yamanmaya çalış. Dikkat çekmek için oranı burani da aç. Kendini rezil et gerekirse hatta çok et. 5) Fırsatını buldugun vakit özgür düşünce ve tartışmaya önem veriyor gibi davran ve 1.,2. ve 3. maddelerdeki yazar veya 'yazar'lari linç ettir. Buna yönelik kampanya düzenle. Daha da uzatılabilir liste. Yani kısaca kendin olma, yüzüne maskeler tak. Daha önce de dedim, bu sitede yüzlerine maske takan birçok okur var. Bunları biraz eleştirip damarına basınca bu maskeleri bir bir düşüyor. Daha önce dediğim üzere, bu tarz bir maskeli huviyeťte takilirsa bir insan çelişkiler, samimiyetsizlikler ve kibir batakliginda yüzer ve etrafında kendisini salt pohpohlayanlardan başka kimse kalmaz. Sen yine demokrat davranmis ve Cumhurbaşkanı ve Başbakan demişsin. Ben bu tiplere Peygamber diyorum. Yakındır, isimlerinin önüne Hz, koyup kendilerine bu şekilde hitap etmediğimiz için kendilerine hakaret edildiğini de iddia ederler. :)))
3 sonraki yanıtı göster
Ömer Gezen okurunun profil resmi
Kaan ıncelemeni okurken güldüm baya 😂😂 Eline sağlık...
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Ömer, beğenmene sevindim. Güldürebildiysem ne mutlu bana.☺
NigRa okurunun profil resmi
Yalan deği sırf 6 puan dikkatimi çektiği için okudum upuzun incelemeyi. 😄 Makul sebepler sunarak uzun uzun açıklamasan sen kim 6 vermek falan diyebilirdim.😅 Proust'un ilk iki kitabını severek okudum ama devamını getiremedim. Ara ara şu Çorum meselesi hakkında haklısın çok uzatıyor sanki hak vermedim değil. Elbette çok önemli bir isim ama bazen biz olduğundan fazla devleştirip aslında değerininden de çalıyoruz bence yazarların. Destan minvalindeki inceleme için emeğine sağlık.😊
Kaan okurunun profil resmi
Bir şeyi neden- sonuç düzleminde açıklamak doğru veya yanlış olmasi önemli olmadan gelebilecek tepkileri de minimize eder. Bunla birlikte bir önemli husus ise genel olarak tutarlı olabilmektir. Tabiki, kendimi de katıyorum yanlış anlaşılmasin, bir insan yüzde yüz her durumda tutarlı olacak diye bir kaide de yoktur. İnsanın irrasyonel yönü çok kuvvetlidir. Ancak insan kendisini özeleştiriye tabi tutup bu irrasyonel halini minimize etmeye çalışıyor mu çalışmıyor mu, bu çok önemlidir. Yoksa sırf günü birlik begeni kasmak için davraniyorsa yani salt tribünlere oynuyorsa bir süre sonra özeleştiri yetisi de körelir. Sonuçta da çelişkiler ve tutarsizliklar batakliginda debelenir durur, bunun farkında bile olmadan. Çünkü çoğu kez bu tarz bir insana yoğun bir kibir de eşlik eder. Sonuçta zevkler ve renkler mevzusuna dayanır edebiyat da her ne kadar herkesin beğendiği, saydığı ve otorite olarak gördüğü kült yazar ve eserler olsa da. Ancak en kült denilen yazarın bazı eserleri bizi memnun etmeyebilir. Örneğin; Okuyalı daha yeni oldu, Tolstoy'un İnsan Neyle Yaşar'ı; Balzac'ın Vadideki Zambak'ı, Dostoyevski'nin Kumarbaz ve adı aklıma şu an gelmeyen bir eseri... Şimdi bu eserleri begenmedim diye bu yazarlar büyüklüğünden bir şey kaybettiler mi; kesinlikle hayır. Nitekim onları da yaşadıkları dönemde yoğun olarak eleştirenler vardı. Böyle olduğu için zaten büyük yazar olabildiler belki de. Mesela; Gogol'e siyasi ve toplumsal konular hakkında yazdığı mektuplar nedeniyle Belinski çok ağır bir mektup yazar, Gogol neredeyse hamamda fenalık geçirecek olur. Ama aynı Gogol daha sonra büyük eserler de verir. Veya aynı Belinski tarafından ağır eleştiriye tabi tutulan Dostoyevski, sonradan büyük eserler verir. Bu daha da uzar gider. Ancak sizin de dediğiniz üzere aradan uzun yıllar geçip yazar veya kitaplar kült olduğu vakit, dokunulmaz ve tabu oluyorlar hem de yazarların her eseri hatta her cümlesi. Daha da işi ileriye götürerek mesela çok okunan ama edebi olarak üst seviye olarak kabul edilmeyen yazarları okuyan herkesi neredeyse saçma sapan itham edenler de çıkıyor. Bu da işin başka yüzü; bunu motive eden ise büyük ve kült yazarlar okunmuyor o zaman gündemde ve popüler olanları yerelim. Tabiki, eleştir bunları ve istediğini, ona lafım da yok. Ancak bunu çok ileri götürüp senin begenmedigin kişileri okuyan herkesi aşağılamaya ve onlara kibirli kibirli yargı dagitmaya çalışırsan bu eleştiri olmaktan da çıkar. Sonuç olarak geldiğimiz nokta zevkler ve renkler; bunla birlikte de özeleştiri üzerine bina edilen hareket ile insanın irrasyonel yanının ürünü tutarsizligini olabildiğince minimize ederek kendi yolumuzda yürüyebilmektir. :) Ve teşekkür ederim, begenmenize mutlu oldum ve yorumunuz için ayrıca teşekkür ederim.☺
Sarya okurunun profil resmi
Emek vermişsiniz kendi fikirlerinizi belirtmişsiniz bu çok hoş ve takdir edilesi, teşvik edilesi ve hatta örnek alınası bir davranış. Yanılmıyorsam, Kayıp Zamanın İzinde Serisinden. İlk defa dün başladım bir kitabına ama henüz yazar hakkında fikir belirtecek kadar hakim değilim. Fakat yazara karşı daha bir ön yargılı ve daha bir dikkatle okumama vesile oldu bu inceleme. Aslında bir nevi Proust'u hafife almayın ama çok da büyütmeyin gözünüzde gibi bir algı oluştu bende. Evet bazen güldürdü ama 'makale papağanlığı' kavramı fazla tekrara düştü bence. Son olarak şahsım adına iyi bir inceleme okudum, makalemsi olmasada subjektif bir pencereden bakmak iyi geldi.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, begenmenize ve faydalı olmasına sevindim.☺ Evet biraz tekrar oldu ama vurgulamak bağlamında yapılan bir şeydi. Ancak eleştirinizi aldım, not ettim zihnime, Teşekkürler.
Bu yorum görüntülenemiyor
Can Karakuş okurunun profil resmi
Her ne kadar makale papağanlarına kızsan da incelemene renk katmış:) kalemine sağlık...
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.