Yüzyıllar boyu başta kendileri olmadan; bizi bozkırlarda kavrulmuş ekin, kurumuş ekmek, kurumuş çalı, yalın ayaklı nala ihtiyaç duymayan bir çift çarığı fazla görerek yürüttü yönetenler!
Yırtık mintanlarımıza sökülmüş çoraplarımıza bakıp saraya yakışmaz bunlar diyerek şükrederek biyat ederek yaşamanın erdeminden bahsettiler. Sömürmüyoruz sizi diyerek horladılar.
Kimimiz Ferhat oldu, kimimiz Köroğlu oldu, Yunus oldu ama bin yıla yakın unutulageldik hep.
Günü geldi kafa tuttular.
Kah Bolu Beylerine kah saltanat ağalarına. Bir gün geldi koyun güderken kendilerini Tolstoy’u Balzac’ı okurken buldular. O zaman korku dağları sardı yine, dediler ki bunlar okunmamalı!
Horon teptiler, kol kola el ele halay çektiler türkülerle. Duvarlar ördüler, çatılar inşa ettiler bir daha yıkılıp açıkta kalmayalım diye.
Harman yerlerinde yattılar yaz gecelerinde yıldızlara bakarak, dilek tuttular yarınki havayı tahmine çalışarak.
Bel vurdular bahçelere suyun yolunu çevirdiler arklara, kazma salladılar yorulmadan maden ocaklarında. Bakıp nasırlı ellerine sızlanmadılar emek dediler, alın teri dediler, yaşam dediler sarıldılar yarınlara umutla.
Ta ki kendilerinden olup olmadığını anlayamadıklarını sessizce ne yapıyorlar diye sabırla bekleyerek.
Karanlık dehlizlerinden sinsice, nice gammaz ve menfaatçiler ortaya çıkıp zehirli hançerlerini böğürlerine vurana dek.
Doyamadı düşmanlık besleyenler, üşüştüler sarıldılar sülükler gibi milletin yoktan varettiği şeylerin üstüne. Pireler gibi emdiler emdiler yıksalar da umutları tüketemediler ümitleri.
Yazar Burhan Buruk