Pek çok kitap insanı alıp çok uzaklara götürür; zaten kimileri için kitaptan beklenen temel fonksiyon da budur. Hatta insanlar filmi yapılan kitapların her zaman filmden daha iyi olduğunu savunurlar yine aynı sebeple. Bu fikre ben de katılıyorum, birkaç istisna dışında. Bence bazı kitaplar diğerlerine oranla biraz daha başarılı bu konuda.
Dokuz ana bölümden ve bir ek bölümden oluşan bu kitapta, yazar, savaş fotoğraflarının psikolojik ve toplumsal etkilerini çeşitli yönleriyle inceliyor.
Virginia Woolf'un, Londralı bir avukatın "Sizce savaşı nasıl önleriz?" sorusuna cevap olarak yazdığı Üç Gine adlı kitaptan bahsederek başlayan yazar, Woolf'un savaşa ait bir
Amin Maalouf'n birkaç romanını okumuşluğum vardı evvelden. Yazarın zaten tarihi romanlar alanında kendine has bir tarzı var. Lübnanlı yazar, içinde doğduğu toplumu iyi analiz etmiş ve de hayatının uzun bir dönemini Avrupa'da geçirmesine rağmen köklerinden kopmamış. İtiraf etmem gerekirse ara ara özellikle Müslümanlığa karşı önyargısının
Aydın'ın Nazilli ilçesinin Kuyucak köyünde başlayan ve Balıkesir'in Edremit ilçesinde biten hayatlar...
Kuyucaklı Yusuf Sabahattin Ali'nin 1937'de basılan ilk romanıdır. Döneme ayna tutan, yansıtan ve betimlemeleriyle romanın içine sürükleyen bir eser haline gelmiştir.
Yusuf'un annesi ve babasının eşkıyalar tarafından öldürülmesi ile olaylar başlar ve bir kaymakamın onu evlatlık edinmesi ile devam eder.
Kaymakamın birde kızı vardır. Muazzez.
Küçük bir kasabada yaşamaya başladıklarında başlarına ne denli büyük dertlerin geleceğinden habersizdirler.
Ölümler, ayrılıklar, yalnızlıklar, çaresizlikler...
Eseri her ne kadar sürükleyici bulsam da yer yer fazla betimlemelerden dolayı olaylardan koptuğumu fark ettim. Bazen de bir yeşilçam filmi izliyormuşum gibi hissettim.
İlk sayfalardaki etki ortalara doğru azalmaya başladı ama sonunda beni çok şaşırttı hiç böyle bir son beklemiyordum.
Daha önce Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sını ve Sırça Köşk'ünü okumuştum. Bu üç eserde bende aynı izlenimi bıraktı diyebilirim.
Üzüldüğüm iki nokta var ki ilki şudur;
Biliyorsunuz kendisi Ali Ertekin tarafından öldürülmüştü. Eğer öyle olmasaydı söylentilere göre Kuyucaklı Yusuf'a devam niteliğinde bir cilt daha yazacakmış.
Belki o zaman Yusuf'un bundan sonra hayatına nasıl devam ettiğini öğrenmiş olurduk.
Açığa kavuşması gereken, bana göre yarım bırakılmış çok şey vardı.
İkincisi ise o dönemin yaşantısını, beklentilerini okudukça günümüzden çok bir farkı olmadığını anladım.
Hala gelişmekte miyiz ? Yoksa gittikçe geriliyor muyuz ?
İncelemeye Tuncel Kurtiz'in bir söyleşisinde sarf ettiği sözler ile başlamak istiyorum.
"Başka ne olabilirim ki? Ben bir komünistim. Nedir komünizm acaba? Bir rüyadır. Ben bir rüya görüyorum. O benim rüyam, orada insanlar eşit, orda insanlar özgür. Bir milyar insan açlıktan ölüyor bugün. Medeniyet, kapitalizm ve emperyalizm insan oğlunu
Sanırım incelerken en zorlanacağım kitap olacak ama incelemeyi çok istiyorum bu kitabı.Ancak genel olarak sanırım kitabı önermeyeceğim
Şimdi öncelikle kitap bir destanın romanlaştırılmış hali.Orijinal destan ise dünyanın yazılı olarak en eski destanı.Bunun şöyle bir dezavantajı var.Bu yazılı ilk eser ayrı ayrı tabletlere yazıldığından dolayı çoğu