Ölen veya öldürülen devlet adamlarının mallarına el koyma usulü yüzünden servet bir türlü toplanmıyordu. Devletin sıkın- tılı zamanlarında bu cins büyük binalar zarurî olarak ihmal ediliyordu. Bütün bu sebeplerle asırlarca hayatımıza şekil veren, zevkimizi idare eden insanları kendi çerçeveleri içinde görmemizin imkânı yoktur. Ne Bâkî'nin, ne Nefî'nin oturduğu evi biliyoruz. Nedim'in:
Münasibdir sana ey serv-i nâzım hüccetin al gel,
Beşiktaş'a yakın bir hâne-i viranımız vardır.
diye yarı şaka, sevgilisine hediye etmek istediği evi, Nâilî'nin:
Kadem kadem gece teşrifi Nâilî o mehin
Cihan cihan elem-i intizara değmez mi?
beytini tatlı üzüntüsüyle yine, sevgilisini beklediği ev veya konağı bugüne kadar gelselerdi, elbette bu şairleri başka türlü tanırdık. Sinan, Itrî, Sadefkâr Mehmed Usta, Seyyid Nuh, Hafız Post, bugün şehrin içinde sadece birer isim, yahut kalmışsa mezarlarıyla mevcutturlar.
Daha iyisi, bu semti İstanbul peyzajının şairinden dinleyelim:
Ahiret öyle yakın seyredilen manzarada, O kadar komşu ki dünyaya duvar yok arada
Geçer insan bir adım atsa birinden birine,
Kavuşur karşıda kaybettiği bir sevdiğine.
Ne ledünni gecedir!
Tâ ağaran vakte kadar,
Bir mücevher gibi
Sümbül Sinan'ın ruhu yanar.
Fakat bu camiin bahçesi küçük bir Panthéon'dur:
Sarmaşıklar, yazılar, taşlar, ağaçlar karışık,
Hafız Osman gibi hattatla gömülmüş bir ışık,
Bu mezarlıkta siyah toprağı aydınlatıyor,
Belli, kabrinde o, bir nura sarılmış yatıyor.
Kemal Tahir'in Esir Şehir Üçlemesi'nin ikinci kitabı olan Esir Şehrin Mahpusu'nda, birinci kitapta Selim Paşa'nın torunu Kâmil Bey'in hapishane günlerini okuyoruz. Bayram arifesinde, tevkifevinden 7 yıllık cezasını çekeceği hapishaneye getirilir. Evrakların eksik olması, bayram telaşı, memurların ilgisizliği sonucu Kâmil