Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Hakan Osman Çaldağ

Reklam
Hakan Osman Çaldağ
Bir kitabı okumayı düşünüyor
Yedikuleli Mansur
Yedikuleli MansurMehmet Berk Yaltırık
8.1/10 · 340 okunma
472 syf.
8/10 puan verdi
ve Allah Kalpleri Döndürür
ve Allah Kalpleri DöndürürMichael Sugich
9.2/10 · 140 okunma

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Hakan Osman Çaldağ
Bir kitabı okumayı düşünüyor
İslam Ve Dini Çoğulculuk
İslam Ve Dini ÇoğulculukMuhammad Legenhausen
0/10 · 0 okunma
İşte bu gece de tehlike ve acı dolu, ama aynı zamanda ışıklı, sarsılmaz ve dürüst olan hayatları böyle geçti. Dedelerden miras kalma bir içgüdüyle, hayatı parçalıyor, onu ani duygulara... içten gelme ihtiyaçlara bölüyor ve onun için de kendilerini unutuyorlardı. Çünkü ancak böyle her saniyeyi ayrı ayrı yaşayarak, öne arkaya bakmayarak insan bu hayata katlanabilir ve kendini daha iyi günlere saklayabilirdi.
Sayfa 331
Reklam
- Sen her şeye karşı ilgisizsin! Ne seviyor ne de nefret ediyorsun! Çünkü her ikisi için de biraz olsun benliğinden çıkmak, gururunu yenmek gerekir. Ve sen... bunu yapamazsın!.. Yapmak elinde olsa bile sana bunu yaptıracak güç yoktur. Başkasının sefaleti sana dokunmadığı gibi, üzüntü de vermez. Hatta gururunu okşamadıkça kendi sefaletine bile kayıtsız kalabilirsin. Ne bir şey arzular... ne bir şeye sevinirsin. Kıskanç değilsin. Ama bu iyiliğinden değil, hudutsuz egoistliğinden ileri geliyor. Başkalarının ne mutluluğunu, ne felaketini görürsün. Hiçbir şey seni etkileyip harekete geçiremez. Ama hiçbir şey de seni durduramaz. Bu da cesaretinden değil... İçindeki iyilik duygularının nasırlaşmış olmasından ileri geliyor. Senin için gururundan başka bir şey yoktur. Ne kan bağları, ne içgüdüler... Ne Allah... ne dünya... ne aile, ne de arkadaş... Kendi yeteneklerini anlamaktan âcizsin!.. Seni vicdanın değil, ancak kırılan gururun etkileyebilir. Çünkü sadece o, her zaman ve her şeyde, senin ağzınla konuşur ve davranışlarını idare eder.
Sayfa 278
Osmanlılar der ki: "Üç şey saklanamaz: Aşk, öksürük ve fakirlik."
Sayfa 272
Durumunu değiştirmek ve düzeltmek umudunun olmayışı da bu hassas genci, vaktinden önce ihtiyarlayan ve az konuşan öfkeli bir insan yapmıştı. Boş saatlerinde boyuna okuyor, ama bu manevi gıda onu ne yükseltiyor, ne de huzura kavuşturuyordu. Çünkü artık onda her şey buruk bir tat bırakıyordu. Mutsuzluk, yalnızlık ve acıları, gözünü açmış ve zihnini birçok noktada inceltmişti. Ama en güzel düşünceler, en değerli bilgiler ona umutsuzluk ve acı vermekten başka bir işe yaramıyordu. Çünkü hayattaki başarısızlığını, küçük kasabadaki geleceğini daha açık bir biçimde gösteriyordu.
Sayfa 257
İsteklerini söyleyebiliyor, her şey üzerine serbestçe, ölçüsüz yargılarda bulunabiliyor, istediklerini söylemeye cesaret edebiliyorlardı. Birçokları için bu sözler hakaret yerine geçiyordu. O, atalardan kalma duygularını, kahramanlık ve şöhret, zulüm ve yıkıcılık duygularını tatmin ediyordu. Hem de bir şeyler yapmak, söylediklerinin sorumluluğunu taşımak zorunda olmadan. İçlerinde en yeteneklileri, öğrenmeleri gerekli şeyleri küçümsüyor, yapacakları şeyleri de küçük görüyorlardı. Yalnız, bilmedikleri şeylerle övünüyor, güçleri yetmeyen şeylere hayran kalıyorlardı. Hayata girmek için bundan daha tehlikeli bir biçim, müstesna davranışlara, ya da tam bir bozguna götüren bundan emin bir yol olamazdı. İçlerinde güçlü, en iyi olanlar tam bir fakir fanatizmiyle kendilerini hareket alanına atıyor, küçük sinekler gibi yanıp kavruluyor, sonra çağdaşları tarafından hemen kahraman ve aziz (azizleri bulunmayan hiçbir kuşak yoktur) mertebesine yükseltiliyor, topuğuna varılmaz örnekler tabanı üzerine oturtuluyorlardı.
Sayfa 255
Gazetelere, gelip geçerken merakla bir göz atıyor ama, sadece birinci sayfalarda iri puntolarla heyecanlı başlıklar bulunan gazeteleri satın alıyorlardı. Küçük puntolarla kenarlara yazılmış makaleler alıcı bulmuyordu. Her olay, gürültü ve büyük sözlerle karşılanıyordu. Akşamları, yatarken duydukları ve gördükleri şeylerle kulakları çınlamaz, gözleri parlamazsa kendilerini yaşamış saymıyorlardı.
Sayfa 246
Reklam
Tabiîdir ki yeni gelenler arasında da para yapanlar vardı. Ama, para, sonunda insanın avucunu boş, namusunu da kirlenmiş olarak bulduğu bir hayal oyunu gibi onların avucundan da akıp gidiyordu.
Sayfa 230
İlk anlaşmazlık ve çatışmalardan sonra yeni hükümet halkın üstünde net bir sağlamlık ve devamlılık izlenimi bıraktı. (Kendisi de bu duygunun etkisi altındaydı. Çünkü böyle olmasa güçlü ve sürekli bir idare kurulamazdı.) Gücünü dolaylı olarak hissettiriyor, onun için de halk onu eski Türk düzeninden daha kolay sindiriyordu. Açgözlülüğünü ve zulmünü, geleneksel biçimlerle bir ağırbaşlılık ve parlaklık maskesi altında gizliyordu. Halk hükümetten korkuyor ama, ölümden ve hastalıktan korkar gibi korkuyor, zulüm, felaket ve fenalık karşısında titrer gibi değil!
Sayfa 186
Şemsi Bey cumaları her çarşıya indiğinde, gerek binalarda, gerek insanlarda, geçen sefer rastlamadığı bir değişikliği görmeyi beklerdi. Görmek zorunda kalmamak için gözlerini yere indirir, ama burada da, kurumuş çamurların içinde Türk atlarının yuvarlak izlerinin yanında, Avusturya atlarının uçları sivri nal izlerinin gittikçe çoğaldığını fark ederdi. Böylece... Orada, çamurun içinde bile, insanların yüzünde ve çevresindeki her şeyde olduğu gibi insafsız bir mahkûmiyet okurdu. Bu, durdurulması imkansız olan zamanın mahkûmiyetiydi.
Sayfa 147
Farkında olmadan küçük kasabanın felsefesini de orada öğrenmiş oluyorlardı. Hayat anlaşılmaz bir mucizedir, boyuna harcanır, erir, buna rağmen yine de dayanır, sürüp gider. Tıpkı Drina'nın üstündeki köprü gibi.
Sayfa 87
Davut Hoca, hanı yaşatmak ve kurtarmak için elinden geleni yaptı. İlkin cebinden masraf etti. Sonra akrabalara borçlandı ve her yıl yapıyı onarıp güzelleştirdi. Böyle giderse iflas edeceğini söyleyenlere, parasını sağlam yere yatırdığı cevabını veriyordu. Çünkü o, işini Allah'a havale etmişti. Herkesin bırakıp unuttuğu o mübarek vakıfları elbette ki Allah koruyacaktı. Bu sofu, akıllı, azimli ve inatçı adam, hiçbir umut olmadığı halde mücadeleden vazgeçmedi. Kasaba halkı onu uzun zaman unutamayacaktı. Dünyada insanların görevinin her çeşit yıkımlarla savaşmak olduğuna kendini inandırmıştı. Bundan umudu olmasa bile yine savaşmak gerekti. Yıkılmaya yüz tutan hanın önüne oturmuş ona acıyan ve onu bu işten vazgeçirmeye çalışanlara şöyle karşılık veriyordu: - Bana hiç acımayın... Biz, sıradan insanlar, yalnız bir sefer ölürüz. Ama büyük adamlar iki sefer ölürler. Birinci sefer bu dünyayı bırakıp gittikleri, ikinci sefer de bıraktıkları eserler, yıkılıp kaybolduğu zaman.
Sayfa 78
Her İş Yerinin Kapısına Asmalık
Hayatta hiç çalışmamış, bir iş görmemiş olanların sabrı pek çabuk tükenir. Ve her işi kolayca eleştirerek hataya düşerler.
Sayfa 67
1.407 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.