Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hamza Ee

Hamza Ee
@hamzaee
"Sonunda herkes bir yere gelir, ama dize gelmiş ve başı eğik olarak."
O halde bolluğun ve eşitliğin dünyasına geçiş muhtemelen çalkantılı ve çatışmalı bir süreç olacaktır. Zenginler ayrıcalıklarından gönüllü olarak vazgeçmeyeceklerse, ellerindekileri zorla almak gerekecektir. Nitekim bu tür mücadelelerin her iki taraf açısından da ciddi sonuçları olabilmektedir. Friedrich Nietzsche’nin meşhur aforizmalarından birinde söylediği gibi, “Canavarlarla savaşırken kendin de bir canavara dönüşmemeye dikkat et. .. Çünkü uçuruma uzun süre baktığında, uçurum da sana bakar.” Ya da komünist şair Bertolt Brecht’in “Bizden Sonra Doğanlara” adlı şiirinde söylediği gibi, acımasız bir sisteme karşı verilen devrim mücadelesi, o mücadelenin içindekileri de acımasızlaştırabilir. Haksızlığa duyulan öfke bile Haşinleştirir sesi. Ah, biz Biz ki nezaketin temellerini atmak istemiştik Nazik olamadık kendimiz.
Sayfa 106Kitabı okudu
Reklam
Doğanın, 'insan müdahalesinin yokluğunda istikrarlı ve zamansız bir denge hali içinde var olduğu görüşü, dengesizlik, bozulma ve sürekli değişimin karakterize ettiği fiziksel dünyaya dair derin bir yanlış anlamayı açığa vurmaktadır. Doğa tarihi henüz insanlar sahnede yokken bile, aşırı nüfus artışı, ölümler, soy tükenmesi ve iklim değişiklikleriylc doluydu. Şayet ekolojiyi değişmeyen bir doğayı koruma projesi olarak görüyorsanız, felaket tellallığı yapan bir nihiliste dönüşmeniz kaçınılmazdır: Doğayı olduğu haliyle korumanın veya eski saf haline döndürmenin hiçbir yolu yoktur; en azından bir taraftan da insan toplumlarını korumaya çalışırken mümkün değildir.
Rantların ve rantçıların varlığı, kapitalizmin savunucuları için her zaman biraz utanç verici bir şey olmuştur. Üretim araçlarını kontrol eden bir patronun gerekliliğini savunmak daha kolaydır, çünkü ideologlar en azından onların bir şeyler yaptığını iddia edebilirler; örneğin üretimi örgütlemek, ürünleri ortaya çıkarmak ya da basitçe ekonomik

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Eski moda rantçı genellikle mütevazı bir gelire sahip birisi olarak resmediliyordu. Bu imge bugün, sabit bir gelirle hayatını idame ettirmeye çalışan ve kupon biriktiren emekli tipinde varlığını sürdürmektedir. Genellikle düşük devlet ve banka faiz oranlarını eleştirenlerin gündeme getirdiği bir figürdür bu. Oysa gerçekte rant geliri, her türden rant getirici varlık incelendiğinde görüleceği üzere, az sayıda zengin insanın elinde toplanmış haldedir. Rantlar sadece toprak ve devlet tahvillerini içermez, halka açılmış borsa portföyleri ile gittikçe daha ağırlıklı bir biçimde fikri mülkiyetle ilişkilenir. Fikri mülkiyet konusuna birazdan döneceğiz.
Doğuştan barışçıl, yurdun iyiliği için Liberallerle Muhafazakârlar arasında kesin bir uzlaşma yanlısı olarak tanımlıyordu kendini. Bununla birlikte, halk içinde öylesine Özerk davranıyordu ki, hiç kimse kendinden saymıyordu onu: Liberaller fosilleşmiş bir Muhafazakâr olarak görüyorlar; Muhafazakârlar, bir masonluğunun eksik olduğunu söylüyorlar, Masonlar ise Papalığın hizmetinde sinsi bir din görevlisi olarak reddediyorlardı onu. Daha az acımasız eleştirmenleri ise, halk sonu gelmez bir iç savaşta kan dökerken, onun Şiir Festivali'nin zevkleriyle kendinden geçen bir soyludan başka bir şey olmadığını düşünüyorlardı.
Reklam
Kafamdan ancak gölgesi geçen bir düşüncenin iki dakika sonra böyle cezasını çekeceğimi nereden bilebilirdim? Biz fakirler böyleyizdir. Kader sarayında bizim işlere bakan büro hiç şaşmaz, ihmal etmez. Zihnimizden geçen en uzak, en mâsum ihtimallerin, sadece şiddet ile ret için düşündüğümüz şeylerin bile ceremesini öderiz.
Sayfa 175Kitabı okudu
Yüzlerce, binlerce insan, orada, öbür dünya dediğimiz büyük depoda, kendi sırlarının üzerlerine kapanmış, kıskanç ve sessiz bekliyordu.
Sayfa 160Kitabı okudu
Tam tersi de doğru muhtemelen
Bugün üçüncü dünya ülkeleri birinci dünya ülkelerinin teknoloji ve tarım alanındaki üstünlüklerine sahip olarak onları yakalamak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Sayfa 555
Nuri Efendi sık sık, “Ayar, saniyenin peşinde koşmaktır!” derdi. Halit Ayarcı’yı pek şaşırtan sözlerinden biri de bu olmuştu: - Düşün Hayri İrdal, düşün aziz dostum bu ne sözdür? Bu demektir ki, iyi ayarlanmış bir saat, bir saniyeyi bile ziyan etmez! Halbuki biz ne yapıyoruz? Bütün şehir ve memleket ne yapıyor? Ayarı bozuk saatlerimizle yarı vaktimizi kaybediyoruz. Herkes günde saat başına bir saniye kaybetse, saatte on sekiz milyon saniye kaybederiz. Günün asıl faydalı kısmını on saat addetsek, yüz seksen milyon saniye eder. Bir günde yüz seksen milyon saniye yani üç milyon dakika; bu demektir ki, günde elli bin saat kaybediyoruz. Hesap et artık senede kaç insanın ömrü birden kaybolur. Halbuki bu on sekiz milyonun yarısının saati yoktur; ve mevcut saatlerin çoğu da işlemez. İçlerinde yarım saat, bir saat gecikenler vardır. Çıldırtıcı bir kayıp... Çalışmamızdan, hayatımızdan, asıl ekonomimiz olan zamandan kayıp. Şimdi anladın mı Nuri Efendinin büyüklüğünü, dehasını?..
Zaten saatle insanı birbirinden pek ayırmazdı. Sık sık, “Cenab-ı Hak insanı kendi sureti üzere yarattı; insan da saati kendine benzer icat etti...” derdi. Bu fikri çok defa şöyle tamamlardı: “İnsan saatin arkasını bırakmamalıdır. Nasıl ki, Allah insanı bırakırsa her şey mahvolur!” Saat hakkındaki düşünceleri bazen daha derinleşirdi: “Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır... Bu da gösterir ki, zaman ve mekân, insanla mevcuttur!”
Reklam
Alfabeleri öteki yazı sistemlerinden ayıran en önemli yenilik, göstergelerin tek bir ünsüzü göstermesiydi. Bir İkincisi de kullanıcıların alfabeyi kolay öğrenmelerini sağlamak için harfleri değişmez bir sıraya göre dizmek ve her birine hatırlanması kolay adlar vermekti. Bizim İngilizcede verdiğimiz adlar anlamsız tek hecelerden oluşur ("ey", "bii", "sii", "dii", vb.) . Ama Sami dillerindeki adlar bir anlamı olan adlardır ve iyi bilinen nesnelerin adlarıdır (aleph=öküz, beth=ev, gimel=deve, daleth=kap1, vb.). Sami dillerinde nesne için kullanılan sözcüğün ilk harfi ile o nesnenin adıyla anılan harf aynıydı (a, b, g, d, vb.). Ayrıca en eski Sami harflerinjn aynı nesnelerin resimleri biçiminde olduğu görülür. Bütün bu özellikler, Sami alfabesindeki harflerin biçimlerinin, adlarının ve sıralarının kolay ezberlenmesine yardımcı olur. Bizim alfabemiz de içinde olmak üzere çağdaş alfabelerin birçoğu 3000 yıldan fazla bir süredir küçük değişikliklerle bu sırayı korumaktadır (hatta Yunancada harflerin ilk adları bile korunmuştur: Alfa, beta, gamma, delta gibi). Okurların zaten fark etmiş olabileceği gibi küçük bir değişiklik Sami ve Yunan g'sinin Latin ve İngiliz alfabesinde c haline gelmiş olmasıdır, Latinler bu arada bugünkü yerinde kullanılan yeni bir g icat etmişlerdir.
Sayfa 290
Zorba kahkayı bastı. -Ne makine şu insan be! İçine ekmek, şarap, balık, turp koyuyorsun; iç çekmeleri, gülüşler ve düşler çıkıyor. İmalathane! Sanırım beynimizde konuşan bir sinema var.
-Ne diye sana söyleyim, patron? Sen, kusura bakma ama, namuslu bir adamsın. Ne yağsın, ne damla. Kışın yorganının dışında bir pire bulsan üşümesin diye içeri sokarsın. Sizin gibi yüce biri nereden anlayacak benim gibi bir düşkünü? Bir pire bulsam cak diye ezerim ben, bir kuzu bulsam, kırt keser, şişe geçirir ve dostlarla tadını çıkarırım. Diyeceksin ki: Senin değildir, kabul! Ama, bırak be birader, önce yiyelim de, sonra rahat rahat senin ya da benim olduğunu konuşur, tartışırız. Ve sen söyleyecek, söyleyeceksin, ben de küçük bir tahta parçasıyla dişlerimi karıştıracağım.
Lola -sahi, sana onu tanıştırmayı unuttum, adı Lola'dır bana dedi ki: -Dedecik (bana hâlâ dedecik diyor ama, nazlı bir biçimde), dedecik, ben panayıra gitmek istiyorum. -Git nineciğim, git! dedim. -Ama ben seninle gitmek istiyorum.
Sayfa 180Kitabı okudu
Yüzyıllık yasaları oldu bittiye getirmek öldürücü bir günahtır
Yabanıl bir çam ağacında, bir sabah, içerideki canın dışarı çıkmak üzere kabuğunu tam çatlattığı anda, bir kelebek kozasını görme fırsatını nasıl elde etmiş olduğumu hatırladım. Bekliyor, bekliyordum; o ise gecikiyordu; benim de işim vardı… Bunun için ona doğru eğildim, soluğumla ısıtmaya başladım. Onu sabırla ısıtıyordum. Mucize benim önümde, doğal hızından daha hızlı oluşmaya başladı; kabuğun hepsi açılıp kelebek göründü. Ama ben, heyecanımı asla unutmayacağım: Kanatları kıvrıntılıydı ve açılmamıştı, bütün vücudu titriyor, kanatlarını açmaya çalışıyor, ama beceremiyordu. Bense ona soluğumla yardımcı olmaya çalışıyordum. Ama boşuna. Onun, güneşte sabırla olgunlaşmaya ve açılışa gereksinmesi vardı; şimdiyse, artık vakit geçmişti. Soluğum kelebeği yedi aylık çocuk gibi vaktinden önce, daha buruşuk bir halde dışarı çıkmaya zorlamıştı. Olgunlaşmamış halde çıktı, umutsuzca kımıldadı, biraz sonra da avucumun içinde öldü. Kelebeğin bu tüylü iskeleti, sanırım ki, bilincimdeki en büyük ağırlıktı. Ve işte bugün, ta derinden anladım: Yüzyıllık yasaları oldu bittiye getirmek öldürücü bir günahtır; ölümsüz uyumu güvenle izlemek insanın borcudur.
Sayfa 148Kitabı okudu
281 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.