Acı olan şudur ki, bizler, yaş günü kutlanmayan çocuklarıyız bu toplumun; hangi
yılda doğduğumuz bilinse bile, hangi gün doğduğumuz belli değildir. İlk şiirlerimizi kaç yaşımızda söyledik, ilk resimlerimizi kaç yaşımızda çizdik, kim bilecek bunu!? Kitapsızlık, kitaplıksızlık, ışıksızlık, okulsuzluk, yolsuzluk, çevresizlik... İşte bizim ortamımız! Emekçi halkın çocuklarıyız; kendi geçeceği yolu kendisi açan makinalara benzeriz biz. Onun içindir ki zordur işimiz.
İnsan böyle bir şey. Nerede, hangi yaşta olursa olsun, kabuğunu kırıp içine baksan içi cılk yara. Yarasız, dertsiz, sırsız insan yok da, işte kimisi üstünü iyi örtüyor. Ben de örttüm. O kadar kapattım ki, kendim bile sormadım kendime.
...
Yüzünde aynalarda tanımlayamadığım bir imge,
Yarı çaresiz bir durumun mevcudiyeti var,
Söyle hangi yağmur sonrası bu kuraklıklar,
Ya da hangi kuraklık sonrası bu kıtlıklar?
...
-Hüsnü BALA (Bir kentin buruk rüzgarları)
“Acıyla, geçtiğim yoldan geçiyorsun
izlerime rastlıyorsun, bıraktıklarıma,
o yolda çekmiştim ruhumu patlatan fitili, orada benden savrulan parçalar kurusa da
izleri var hâlâ, yolun kenarında.
İzini sür yolun, acının ormanı büyütür insanı vakit geniştir, ufuk sandığından daha yakın.
Acıyla, geçtiğim yoldan geçiyorsun ustası olacaksın içine gerdiğin tellerin hangi sızıyla titrer içinde, hangi sesle büyür bir aşk, hangi sesle ölür, bileceksin.
Ne zamandı bilmiyorum, yaşadıklarından sana kalan tortu, seni olduğun yere çakan, olduğun yerde fırtına koparan korku, kendi sarmalında döndün, döndün, sanma ki daha dönmeyeceksin kalsan da bir yer için, aslında hep gidiyorsun.
Şimdi, acının ormanından geçiyorsun her şey bir daha kanasa da ne geçtiğin yola ne sana dokunabilirim ben.
Geç meleğim, senin de şarkıların olsun içindeki telleri titreten.”
Kumandanım harap Anadolu topraklarını gördükçe:
- Keşke vazifem buralarda olsaydı , diyor.
Keşke vazifesi oralarda olsaydı. Keşke o altın sağanağı ve enerji fırtınası, bu durgun, boş ve terk edilmiş vatan parçası üstünden geçseydi!
Eğer kalırsam , diyor; bütün emelim Anadolu'da çalışmaktır.
Eğer kalırsa, eğer bırakılırsa... Anadolu hepimize hınç, şüphe ve güvensizlikle bakıyor. Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya, şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz.
İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene:
Benim Ahmet'i gördünüz mü ? diyor.
Hangi Ahmet'i? Yüz bin Ahmet'in hangisini?