Geleneksel bazı yemeklerin nasıl ortaya çıktığını ve yine bazı yemeklerin adlarının nasıl bir mantıkla verildiğini bazen çok merak ediyorum. Yeni türeyen yemeklerde durum belli. Aşçılar yani daha havalı söyleyişle lezzet şefleri günlerce, haftalarca uğraşıp, deneme yanılma yöntemiyle, günümüzde çoğu kişinin adını bile bilmediği, bizimkiler gibi
Biz birbirimizi sevmiyoruz. Asıl bundan utansak yeridir. Aynı evdeyiz birbirimizi sevmiyoruz. Mahallemiz, köyümüz aynı birbirimizi sevmiyoruz. Belki de her işin başı insanoğlunu sevmiyoruz. Dert buradan başlıyor. Toprağa, göğe, suya, ateşe gönül vermemişiz ki.
Fethi Gemuhluoğlu
Roman 1900-1910 dolaylarında geçiyor gibi hissettirdi bana.
En başından en sonuna kadar büyük bir gerilim içinde okudum bu eseri. Karakterlerin tüm özelliklerini iliklerime kadar hissedip çeşitli duygu durumları yaşadım. Kitabın bahşettiği öyküsü de etkileyici olmasına rağmen ben en çok karakterlerin özelliklerinden ve olaylara karşı gösterdikleri
Sinir bir kitap...Bir türlü sonu gelmeyen işkence...Onun bunun iş bilmezliğinin salaklığın bedelini ödeyen bir masumcuk...Bazen en başta yapılması gerekenleri en sonda yapmaya çalışırız yaa...Oysa o ana kadar her şey zaten karmakarışık bir hâl almıştır...O saatten sonrada o işin içinden çıkamaz, kafan almaz zaten...Ne yapsan ne etsen de o kafa olan biteni almaz, algılamaz...
Suçluyken mağduru çok iyi oynayanların dünyasındayız. Kim suçlu ? Çok ağlayan mı çok gülen mi ?
Tek tip olan mi çok tip olan mı ? Sadelikten yana mi olan karmaşıklığı tercih eden mi ? Beni kötü bilme diyen mi ben özünde iyi insanım diyen mi ? Kim suçlu ??? Kimin nolduğu öyle belirsiz ki... Basmakalıp lafların ardına sığınıp bambaşka kişiliğe bürünen mi yoksa kendi olan kendi kalabilen mi ? Kim suçluysa suçlu:) Neysem kitaba gelecek olursak...
Kitap iyi güzel ama sonu bir türlü gelmiyor,
Aha şimdi aha tam da şu an sorun açıklığa kavuşacak,
Aha aklı başında biri meseleye el atacak diyorsun ama nafile...Öyle kendini yiyip bitirene kadar da kitap bitiyor zaten... Başı ortası heyecanlı güzel olsa da sonu öyle sıradan ki...
İyi okumalar,
Güzel paylaşımlar.
Onu da bir gece yalnızken, yine yıldızımı izliyorken semada gördüm.
Başı gövdesine bitişikti, alnından bir ışık vuruyordu.
Onu ilkin bir yıldız sandım. Sonra yanıp sönmediğini gördüm. Sonra, sürekli ışıdığına göre bu benim gibi ne cenneti, ne cehennemi umursayan bir yiğit, diye düşündüm.
Sonra yaklaşmaya başladı.
Yakınlaştıkça çehresi belirginleşiyordu.
Bir arşın kadar yaklaştı ve bana gülümseyerek, "Gözünü semaya dikmiş, işin aslını anlamaya çalışan, kederi ve ıstırabı bir yana fırlatıp atmış olan bu çılgın da kim?" diye sordu.
Ona, "Feleğin oyuncağıyız." dedim. "O hâlde," dedi, "her soluğu keyif çatarak geçirmeli." "Bak," dedi bana gözlerini gözlerimden bir an olsun ayırmaksızın, "gündüz masmavi olan göğü şimdi kapkara görüyorsun."
"Oysa aynı gözlerle bakıyorsun ona."
"Çaban boşa çıkmasın istiyorsan, göğü gece gündüz aynı aydınlıkta görebilecek gözler edin."