Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Tanrım, çayı demledim... Daha önce hiç bu kadar ölmemiştim.
Kurabiye
Her şeyi bir veba salgını gibi hatırlayarak Bekliyorum beklediğim neyse onu. Zaman kalbiye, zaman şimdi Kalbimde habire uzayan bir minare Zaman zaman çok yalnızım Kalbiye Bugün ağlayarak kurabiye yerken, Çay fincanında kendimi seyrederken Çay beni içti, ben de çayı Kalbiye Ruhumdan çaylar aktı saatlerce İçimde gezinen salyangozun tırnakları Her hatırladığım şey için bir santimetre uzuyor Kalbiye Aslında hiç istemiyorum ama Ne yapsam rutubetim sözlere bulaşıyor Kalbiye.
Reklam
Çay sevdam hiç bitmeyecek :))
Bir kitap alıp, gecenin kıyısında çayı yudumlamaktı...
Sayfa 169 - Destek Yayınları
Bence herkesin bir türküsü olmalı.En azından yalnız başına kaldığında ve demli bir çayı yudumladığında hiç değilse kendi kendine söylediği bir türküsü olmalı dilinde.
artık hiçbir sözcüğe, hiçbir ağlamaya inanmayan kadınlar. artık hiçbir gecenin geçmesini beklemeyen kadınlar. artık kimsenin gelmeyeceğini ve ölümün sıcak bir yatak olduğunu bilen. hayatları, eteklerini düzeltmekle ve ne olursa olsun çayı masaya getirmekle geçmiş kadınlar. kimse onları sevmedi. hiç kimsenin sevmediği kadınlar var dünyada. bunu anlayabilir miyiz acaba?
Gönül çabuk unutuyordu aşktan çektiği acıyı, ders almıyordu hiç. Hep hayaller kuruyordu ve her seferinde hayallerin peşine düşüyordu gerçekleşsin diye.
Omca YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Kendini konuşurken kasmak zorunda hissetmiyordu hiç, rahatça istediği şekilde ve konuda konuşabiliyordu. Bu önemli bir detaydı, insanın kendini yanında rahat hissettiği birisinin olması.
Sayfa 176 - Omca YayınlarıKitabı okudu
Sorumsuz insanlardan hiç haz etmezdi, sorumsuz insanların sorumluluk alma çabalarını ise tam bir ahmaklık olarak görüyordu.
Hatice Gül yazdı... EFELYA'YI BEN DE OKUDUM... Kitapta büyük bir kusur var hocam, 1'i 3'e bölememişsiniz. Gönül koymayın lütfen, bu konuya aşağıda değinmeden edemeyeceğim. "Adamın biri bir gün..." diye başlayan cümleler, buradan Artvin'e yol olur. Adam'ın biri her gün, her saat, her dakika eliyle, eliyle
EFELYA'dan... "Ferhat'ın on yıl önce yerleştiği ve dört coğrafi bölgenin kesiştiği şirin bir Anadolu kenti olan Eskişehir'de, o zamanlar geceler oldukça sessiz, yıldızlar elle tutulacak kadar yakın, düşlerde kaybolacak kadar yoğundu.Hele de bahar gelip ıhlamurlar çiçek açınca bir başka ferahlık, bir başka yaşama sevinci kuşanırdı insan bu coğrafyada.Şehri ortadan ikiye bir kılıç darbesi gibi bölen Porsuk Çayı ta Kütahya yakınlarından doğar, ağır ağır ve insanda hiç akmıyormuş hissi uyandırarak yaralı bir yılan gibi sürüne sürüne Eskişehir'e ulaşır, ilkyazla birlikte biraz olsun o miskinliğinden sıyrılır; karlar eriyip sele dönüşünce de coşkuyla menderesler çize çize ve allı pullu balıkları, fıstık yeşili kurbağaları önüne katıp kıyısında aşina yüzler gibi vakur, gümüş yapraklı nazlı sultan söğütlerleriyle öpüşerek yoluna devam eder, neden sonra Sakarya Nehri'ne karışınca da öfkesinin yerini anne kucağında susan bir çocuk dinginliği alırdı. O zamanların Eskişehir'inde bugünkü kalabalıktan eser yoktu.Şehrin güneyindeki yamaçlarda Osmanlıdan kalma Odunpazarı bölgesinde, semte o mistik ruhu veren bodur minareli tarihi camiler, hiçbirinin diğerinin manzarasını kapatmayan, zevkli cumbaları ve kırmızı kiremitli çatılarıyla daracık sokaklar boyunca adeta zamana direnmek için birbirine yaslanan kâğir ve kerpiç evler, yüz yıllık fırınlar, iki üç kuşağın birbirlerine güvenle tavsiye ettiği kasap dükkânları, her köşe başında ya da meydanda susuz yolcuları şırıl şırıl selamlayan sebil çeşmeler vardı..." EFELYA S.17
784 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.