Müzeyyen: Diyelim ki gitmedim. seninle beraber olmaya devam ettik. Ne değişecekti?
Arif: Sabahları beraber uyanırdık. Ben senden önce kalkardım. Senin uyuyuşunu izlerdim, sonra sen uyanırdın. Bana gülümserdin. Sonra, sabahları çayı tek şekerli içtiğini, günün diğer saatlerinde şekersiz içtiğini biliyor olurdum, o ilk şekeri ben atardım çayına, zarifçe eritişini izlerdim. Sonra, en çok boynundan öpülmeyi sevdiğini biliyor olurdum. Sonra dışarı çıkardık. Dışarda yağmur yağıyor olurdu. Biz şemsiyeyi almazdık. Sırılsıklam olurduk. Sonra sen bana sokulurdun ama saçağın altına hiç girmezdik. Sonra sen üşütürdün. Ayakların buz gibi olurdu. Ben sana en sevdiğin o mavi çoraplarını getirirdim. Sonra bayramları babaannenin mezarını ziyaret etmeye giderdik. Hayatta en sevdiğin kadın için ağlayışını izlerdim senin. Hiçbir şey yapmazdım, gözyaşlarını silmezdim, seni teselli etmezdim. Orada öylece ağlayışını izlerdim senin. Başka insanların mezarlarının arasında dolaşarak, hayatın ne kadar şahane bir şey olduğunu düşünürdüm. Sonra… Sonra hiçbir şey yapmazdık. Öylece otururduk. Çok bilinmeyenli bu sorunun yanıtını arardık. Hayat bizi yalancı çıkarana dek, bulduğumuz cevapları doğru sanırdık.
Sabahleyin uyandım, sanırım saat sekizdi, oda tamamen aydınlıktı. Ansızın uyanmıştım, bilincim yerindeydi ve birden gözlerimi açtım. O, masanın yanında duruyordu ve elinde de tabanca vardı. Uyandığımı ve ona baktığımı fark etmedi. Birden elinde silah bana yaklaştığını gördüm. Hemen gözlerimi kapattım. Uyur numarası yapmaya başladım.
Yatağıma
Hepsi anlar da derdinden bir insan anlamaz halinden
Atları, çocukları, çiçeklerden en çok papatyayı.
Karpuzu, inciri.
Denizi, dağı, taşı dereyi, tepeyi, ağaçları, yeşilin her tonunu, mavinin huzurunu. Çayı, kitapları.
Ekmeği, dikmeyi, yazmayı.
Fotoğraf çekmeyi.
Göğe bakınca nefes aldığımı hissetmeyi, mum bitene kadar şiir dinlemeyi.
Annemi... Dua etmeyi...
Şehirlerden Mekke'yi, Medine'yi, Kudüs'ü sonra İstanbul'u.
Yağmur rahmettir diye ıskalamayıp ıslanmayı.
Kalabalıklar yerine sessiz sakin yerdeki ağaca yaslanıp uzun uzadıya oturmaları. Eskileri kıyıda köşede kalmış anısı olan küçük değerli şeyleri seviyorum.
Hatta kışı, karı, boranı dahi seviyorum çok üşümeme rağmen.
Hiç değilse ne oldukları insanın hayatına hangi taraftan esecekleri belli.
Varmış bayağı değil mi?